13 Mart 2013 Çarşamba

Sinop Gezi Yazısı #temmuz2012


SİNOP GEZİSİ

   Bir Pazar sabahı erkenden Sinop’a gidebilmek için bir araya gelen insanlar, seyahat eyleminin uykudan daha kıymetli bir şey olduğunu fark etmiş demektir! Dahası böyle bir keyfin uykuyla yarıştırılamayacağının da farkına varmışlar demektir.
  Otobüsümüze doluşup yol boyunca şarkılar, türküler söyleyerek, keyifli dakikalar yaşayarak Sinop’a yol alıyoruz. Öyle zikzaklar çizerek, uçurumların kıyısından geçerek ama asla hiç korkmayarak yol boyunca Sinop’ta gezeceğimiz yerlerin, tanıyacağımız insanların hayalini kuruyoruz. Yol boyunca yer yer tadilat olduğu için biraz geç de olsa Sinop’a varıyoruz. Sinop aydınlık yüzüyle, alabildiğine anaç tavrıyla bizi karşılıyor.


 İnce Burun Feneri    

Sinop’ta gideceğimiz ilk yer, Türkiye’nin en kuzey ucu olan İnce Burun Feneri’nin bulunduğu nokta oluyor. Fener’e doğru yol alırken her iki yanın da sarı, turuncu, yeşil renk yapraklı ağaçların hâkimiyeti altında olduğu toprak bir yoldan gidiyor arabamız. Yol boyunca bir yandan ağaçlara bakıyor, bir yandan da nükleer santral sonrası buraya insanların girişinin yasaklanacağını öğreniyoruz. Hâlbuki öyle güzel ki, böyle bir doğal güzelliğin insanlardan saklanması, dahası böyle bir saklanma işleminin nükleer santral yüzünden olması insanın içini burkuyor.
   İnce Burun Feneri’ne geldiğimizde, vaktimizin kısıtlı olmasından dolayı Fener’e yürüyerek gidip hemen geri dönebilecek kadar zaman veriliyor bize. Araba geçişine izin verilmeyen, geniş ve ağaçsız bir arazinin ucunda Fener’i görüyoruz. Sanıyorum ki bakımına önem verildiğinden bembeyaz görünüyor. Böylelikle Türkiye’nin en kuzey ucuna gelmiş, bembeyaz bir Fener görmüş ve nükleer nedeniyle kalp kırıklıklarıyla dolmuş bir şekilde İnce Burun Feneri’nden ayrılıyoruz.


 Hamsilos Koyu    

İnce Burun Feneri’nin ardından yaklaşık yirmi dakikalık bir araba yolculuğundan sonra Hamsilos Koyu’na varıyoruz. Buranın ismi ilk zamanlar Hamsi ve Los olarak ayrı sözcükler olarak imleniyormuş, sonra sonra iki sözcük kaynamış ve Hamsilos olarak kalmış. Bu geniş koyda çok önceleri balıkçılar Hamsi biriktirir, hamsilerin burada büyümesi sağlanır ve avlanma da burada yapılırmış. Yani bir nevi balık havuzu işlevi görürmüş, natürel anlamda.
   Biz gittiğimizde başka turist kafileleri de orada olduğundan, yoğun bir insan kalabalığı görüyoruz. Hatta yurtdışından gelmiş olan turistlerle dahi karşılaşıyoruz.
   Koy’un görünüş açısına yerleşmiş çam ağaçlarıyla öyle bir güzel bir görüntüsü var ki buranın, insan hem oksijene hem de estetik güzelliğe doyuruyor kendisini. Fotoğraflarımızı çekip, fotoğraflarımızı çektirip arabamıza yöneliyoruz. Sinop’ta daha gidecek birçok yer var.
   Arabamıza doluşup Tarihi Sinop Cezaevi’ne doğru yol alırken, Hamsilos Koyu’nun da nükleer santral sonrası insan girişine kapanacağını öğreniyoruz. İçimiz biraz daha burkuluyor. Daha çok üzülüyoruz.
   Önce İnce Burun Fener’i, şimdi de Hamsilos Koyu; Sinop’un sesini duyuyorum o an, “Nükleer Santral İstemiyorum!” diyor. Öyle acıklı, öyle anaç, öyle kırgın ve öyle incinmiş bir sesi var ki Sinop’un, insanın onu dinlerken içinden ağlamak geliyor.


 Tarihi Sinop Cezaevi   

Sinop denilince akla ilk önce Tarihi Sinop Cezaevi gelir. 1993 yılına kadar mahkûm tutan bu cezaevi, Evliya Çelebi’nin yolunun buraya düşmesiyle de Seyahatname’de haklı yerini alır. Evliya Çelebi, Sinop Cezaevi’ne geldiğinde buradaki mahkûmların en azılı mahkûmlar, gardiyanların da ‘pala bıyıklarının uçlarına 5 adam asılacak kadar güçlü’ olduğunu yazmış. Giriş biletlerimizi alıp Cezaevine girdiğimizde, hücrelerden birinde karşılaştığımız paslı ve bilek yerleri oldukça geniş olan prangaların Evliya Çelebi’yi haklı çıkarır nitelikte olduğunu görüyoruz. Girdiğimiz hücre ise öyle soğuk, öyle ışıksız ki bu Cezaevi’nde yazarların, gazetecilerin, siyasetçilerin kaldığını öğrenmek insanın oldukça şaşırmasına neden oluyor. Yaratıcılıklarının beslenmesi gereken insanların, düşünce suçlarından dolayı hasta edilircesine bu hücrelere ‘tıkılması’ insanı korkutuyor ve oldukça üzüyor.
   İç kısma geçtiğimizde ilkin Çocuklar Koğuşu’nu dolaşıyoruz. Sonrasında da hemen Kadınlar Koğuşu’na geçiyoruz. Birkaç sene evvel burada çekilen Parmaklıklar Ardında dizisinin seti olduğu gibi duruyor, bir koğuşu hiç bozmamışlar; bunu fark ediyoruz. Koğuşun olduğu gibi, bozulmadan bırakılmış olması turistlerin ilgisinin artması için güzel bir neden olmuş. Buradan da çıkıp, Erkekler Koğuşu’na geçiyoruz hızlıca. Buranın hemen girişinde burada kalmış düşünce suçlularının isimlerinin yazılı olduğu bir tabela duruyor. Hemen gidip tek tek okumaya, dahası çok sevdiğim Nazlı Eray’ın İkdam Gazetesi Başyazarı olan dedesinin ismini bulmaya çalışıyorum. Ama bulamıyorum, bulamadığım için üzülüyorum. Zaten en başından beri, dedesinin buraya hapsedilmesine ve kısa da olsa burada kalmasına üzülüyordum.
   Erkekler Koğuşu’na girdiğimizde Kadınlar Koğuşu ve Çocuklar Koğuşu’nda da olduğu gibi (Parmaklıklar Ardında setinin hediyesini saymazsak) duvarlara yazılmış satırlar, çevreye saçılmış birkaç parça kaya parçası ve yoğun bir acı dalgasıyla karşılaşıyoruz. Merdivenlerden yukarı çıktığımızda koğuşları gördükten, fotoğraflarla bu anı ölümsüzleştirdikten sonra Sabahattin Ali’nin koğuşuna geçiyoruz. Sabahattin Ali’nin “Aldırma Gönül, Aldırma” şiirini burada yazdığını öğreniyoruz. Bu bestelenmiş şiirin sözlerinin Sabahattin Ali’nin koğuşunun duvarlarına da asılmış olması her nasılsa sevindiriyor beni. Böyle bir acının içerisinde, böyle bir inceliğin yapılmış olması oldukça güzel.
   Erkekler Koğuşu’ndan da çıktıktan sonra hızlı bir şekilde Cezaevi’nin çevresini dolaşıp, incir ağaçlarının yoğunluğuna şaşırıp, herkesin bir araya toplanamamasından dolayı bir türlü fotoğraf çektiremeyip, Cezaevi’nden ayrılıyoruz.
   Dışarı çıktığımızda, Tarihi Sinop Cezaevi’nde mahkûmların hissettiği zamansızlığın hala var olduğunu seziyorum. Burada öyle bir zamansızlık var ki, insan kendisini yıllarca burada kalmaya zorlanacakmış gibi hissediyor.


 Seyir Terası    

Öğle yemeği bile yemeden, dahası buna zaman bulamadan, gezimize devam ediyoruz. Yemek yemeyi, Sinop’un büyüsü altına girmişken biraz erteliyoruz. Çünkü biliyoruz ki, Sinop 1 günde gezilebilecek bir yer değil ve biz bunu başarmaya çalışıyoruz.
  Seyir Terası henüz yapımına başlanmış bir yer. Tozun, toprağın arasında Sinop’u tepeden seyredebileceğimiz Seyir Terası’na gidiyoruz.
   Seyir Terası’ndan gördüğümüz manzara bizi büyülüyor. Şehrin göbeğinde iki parçalı bir su birikintisi, belki de bir kum saatini andırıyor görüntü. İnanılmaz ve büyüleyici bir manzara, üzerine söyleyebilecek bir şey bulamıyoruz. Fotoğraf çekip, fotoğraf çektirip Seyir Terası’ndan ayrılıyoruz. Ayrılırken öyle çok zorlanıyoruz ki, burada saatlerce kalabilmenin hayalini kuruyoruz ayrılırken.


 Panoramik Şehir Turu    

Arabanın içerisinde bir şeyler atıştırırken, eve dönmeden önce şehrin ‘tamamını’ biraz olsun tanıyabilmek için arabamızla şehri dolaşıyoruz. Zikzaklar çizerek sokak sokak geziyor, şehrin caddelerinin ruhunu tanımaya çalışıyoruz. Sanki şehrin sokaklarının fotoğraflarını çekip, zihnimizde Sinop için ayrılan bir odaya yığmaya çalışıyoruz. Kısıtlı bir zamanda, gezilebilecek her yeri gezmeye çalışırken şehri böyle tanımak oldukça çarpıcı geliyor.
   Onlarca caddeyi, sokağı dolaştıktan sonra panoramik şehir turumuz bitiyor.
   Rehberlerimizin anlattıkları da burada, en azından bizim için, noktalanıyor. Yoksa şehrin 1 günde dolaşılmasının mümkün olmadığını en az onlar kadar biz de biliyoruz.
    Bir Pazar günü, Sinop şehrini bir turist olarak dolaşmak inanılmaz bir keyif verici bir şey… Bu keyfi yaşamanın tadına doyamıyoruz. Önce rehberlerimizden ayrıldığımız, sonra da Şehr-i Şehir Sinop’tan ayrıldığımız için üzülüyoruz. Daha sonra, en yakın zamanda tekrar gelebilmenin hayalleri arasında şehirden ayrılıp, dönüş yoluna koyuluyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder