31 Mart 2015 Salı

Karanlıkta

19:32
Elektrik kesildi.

19:35
Kesinti sonrası karanlığını bulduğumuz ilk mumun fitilini yakarak yırttık. Bu seferkinin farkı ne?

20:13
Zaten şarjı az olan telefonumun şarjı bitti ve kapandı. Ne zaman bir daha şarj edebileceğimi, açabileceğimi, mesajlarıma bakabileceğimi, oyun oynayabileceğimi bilemiyorum.
Dışarıda fena bir sis var. Elektrik olsa dahi göz gözü görmez. SİS filmini anımsatıyor bu durum bana. Gerilim kaçınılmaz. Bu seferkinin farkı, önceki gibi bir başka şehirde elektrik olduğu fikriyle teselli bulamıyorsun. Elektrik olan en yakın şehir kaç kilometre uzakta?
Yıllar önce elektrik yokken işler nasıl yürüyordu onu düşünüyorum. Filmlerde görüyordum fakat şimdi içinde bulunduğumuz durum kafa kurcalayıcı. Revolution’ı ansıyorum bir anda. İşler tabii ki o boyuta ulaşmayacak ama bir oyunu yaşıyor gibi hissediyorum. “Birileri bizi delirtmeye çalışıyor.”

20:19
Bir anda gülmeye başlıyorum. Kahkaha. Kahkaha. Kahkaha.
Düşündüklerimin hepsi karışıyor. Sözcükleri bile şaşırır oluyorum.

20:24
Üst kata, dedemlerin yanına gitmeye karar veriyorum.
Elimde mum, merdiven basamaklarını çıkarken halen gülüyorum.
Dedem ve anneannem bir mumun deli ışığıyla oturuyor. Alev gülüyor. Ben susuyorum.
İşler karışık galiba. Konu hakkında zihnimde kurulacak bütün cümleleri de susturuyorum. Alevin kahkahası kafamı karıştırıyor, oyunumu unutuyorum ve düşünmeye başlıyorum konu üzerine.

20:3-
Elektrik kesintisi bitiyor.
Tam olarak hangi dakikada geldi elektrik?
Tekrar kesilir mi?

20:41
Mumun deli alevinin kahkahasını susturuyorum.
Alevi de, ışığı da deli bir mum o.
Telefonumu şarja takıyorum, televizyonu açıyorum.

Bizi delirttiler mi?

24 Mart 2015 Salı

İstanbul'da

Deliliğimin derecesini, artık tahammül edemediğime karar verdiğim hediye edilmiş bazı nesneleri hayatımdan çıkarıp attığımda fark ettim. Epey delirmişim! Öyle bir delirmişim ki, saatlerce uyuyorum. Uyanıp hiçbir eyleme bulaşmadan yeniden uyuyorum. Çevrenin süren tavrına karşı uykuyla karşılık veriyorum. Ve ben, hakikaten delirmişim!
Bir hafta sürdü bu uyuyup uyanmalarım.

Birçok kişiye anlattığım, aylardır almadığım hazzı melankolide bulduğum bir anım var. Onlarca insanın günlerce gerçekleştirdiği, artık sıradanlaşmış olan bir şey hem de. Onu benim için sıradanlıktan kurtaran: zaman aralığı, birbirimizi özleme payımız.
İstanbul'a çok sık gitmeye başladım 2015 itibariyle.
Şubat'ta gittim.
Mart'ta da gittim.
Nisan'da gitmek için zaman yaratmaya çalışıyorum.
Mayıs ne olur bilinmez ama Haziran'da aktarma yapmak için muhakkak gitmem gerekecek.
Temmuz'daysa yine bir zorunluluk haliyle orada olacağım birkaç gün. Yurt dışı dönüşü.
Plan yapabilen, geleceğe çengel atıp ona halatla ya da misinayla tutunabilen birine dönüştüğümden bu yana epey keyfim kaçık. Fakat yeni kazanmış olsanız da, alışkanlığınızdan kolay vazgeçemiyorsunuz. Sebepler varken hem de. Olsun.

Anıya gelecek olursak.
Yer: İstanbul.
Saat: Havanın karardığında bakılırsa epey geç, belki akşam 11 suları.
Mekan: Şimdi numarasını, nereden nereye gittiğini hatırlamadığım otobüslerden biri.
İstanbul'un kendine göre kimyası olduğu, insanlarla göz kontağından kaçmak gerektiği, dahası onları görmüyormuş gibi yaparak bela savmanın kolaylaştığı fikrini edindiğim saniyeden bu yana hava kararmışsa kulaklıkla dolaşıyorum dışarıda. Otobüste. Metroda dahi.
Orada yaşayanların gündelik sıradanına dönüşmüş bir şey bu.
İşte her neyse, kulaklığımda şarkı dönüp dururken ve ben otobüste ayakta, demirlerden birine tutunmuş gidiyorken bir şey oldu. Ne olduğunu ayırt edemedim. Fakat gerçekten düşsel bir anın içine çekilmişim gibi hissettim. Baktığım camın dışında, fakat tastamam kendi içimdeydim. İyiydi. Deliliğimi hatırladım.

Belki de bu yüzden İstanbul'a daha sık gitmek aklımı çekiliyor.
O anı yeniden yakalamak için.
Zor.
Ama deniyorum.
Sonuçta deliliğimi bir biçimde hatırlamam gerekiyor.
İyi bir anın içine düşüvermem gerekiyor.

Delilik kıymetli bir şey.
Hediyelerin atılması ise bazen, hakikaten, lazım geliyor.
Yeni anılara yer açmak için, travmalardan sıyrılabilmek için. Kimse her gördüğünde kötü çağrışımlar yaratan bir nesneye katlanmak zorunda değil çünkü. Hiçbirimiz.