27 Kasım 2016 Pazar

Denge

Muhtemel ki en az on dakikadır karşılıklı ağlıyorlar.
Sanki rüzgâr, her ikisinin de tenindeki açık yaraya deyip sızlatıyor, ağlamaları bu yüzden. Oysa böyle değil bu işler. Zamanın yaysı sarmalı sarıyor insanı da sıkışmışlık hissi doluyor içine kişinin. Daralıyor. Nefes alamadığını, alsa da ciğerinin yeterince dolmadığını düşünüyor. Bu yanılgı onun gelecek tasavvurunu etkiliyor. Zaman geçmeyecekmiş gibi, oysa o da geçiyor. Durmamacasına.
“Her şeyi bırakıp o attığında duvara yapışan Spidermanlerden satmak istiyorum artık,” diyor telefonun ucundaki ses. Yaşamın biteviye sınamaktan hoşlandığı biri o da. Günü geliyor herhangi biri en hassas noktasından vuruyor onu, bütün gününü rezil ediyor. Hiçbir şey bir daha iyi olmayacakmış gibi hissettiriyor.
O anlarda ağlıyorlar ikisi de. Birbirini bulup, birbirine yaslanıp, birbirine kopmamacasına sığınıp ağlayarak iyileştiriyorlar birbirlerini. Belki yıllar sonra tekrar tekrar yaşanmayacak böylesi. Zaman geçerken bazı sözleri, kalpleri, ruhları da sürükleyerek geçmişin çengellerinden birine takacak. Gelecek eksilerek geçmişe karışacak.
Yaşamın şiiri canın çok yandığı anlarda hatırlatır kendini. Yine hatırlatıyor.
“Orada düşünülesi bir yan var,” diye yanıtlıyor beriki ses, “sanki şiire ilişkin bir yan, bir kesit.”
Bunu söylemesi karşısındakini güldürüyor, gülmek ikisini de tesiri altına alıyor. Kalpten.
Devam ediyor: “Düşünsene, onu fırlatıp duvara attığında iki eli ve iki bacağıyla tutunmaya çalışıyor oraya. Sonra yavaş yavaş teması eksiliyor, kopuyor fakat bir anda düşüşe teslim etmiyor kendini, tutunmaya çalışıyor yeniden. Ya bir eli ya da bir bacağıyla tutunup duvara, kendini düşmekten kurtarıyor. Ardından tekrarlanıyor bu. İnsan da böyle nihayetinde. Fırlatılıp atıldığı yükseklikten düşmeye başladığında dibi bulamayacağını düşünüyor fakat düşüş kesiliyor bir anda, tutunuyor. Bir süre sonra tekrar düşmeye başlıyor. Tekrar tekrar yaşadığında bunu, yerle kavuşuyor. Ve her şeyin tekrar yaşanması için biri ya da bir şey yerden onu alıp tekrar müthiş yükseklikte bir yere fırlatıyor. Bütünüyle yaşanan korkular düşmek ve tutunmak arasında geçen sürede doluyor insanın içine. Dayanıklılığımız ve sabrımız, belki de inadımız tam da orada ölçülüyor, ne dersin?”
Uzun konuşmasını bölmüyor telefonunun karşısındaki ses. Bölse, bütün cümleler kendi kendilerini eksilterek anlamlarını yitirecekler. Yapmıyor. Dinliyor, susuyor, ağlıyor, şaşırıyor. Nefes alıp verişindeki ritim hissettiriyor ne düşündüğünü. Belki.
“Galiba, öyle. Haklısın.”
Neşe daha da çok yayılıyor bunu söylediğinde. Karşılıklı kahkahalara kadar varıyor iş. Yaşamın çekirdeğini çıkarıp kenara koyuyorlar sanki. Geçip karşısına gözlerini ona dikiyorlar. Çekirdeğin pürneşe tavrı yeniden bir yerlere tutunmalarına fırsat veriyor. Kalp direndiğinde, hayat, seyircisine gülmek için bir bahane sunuyor mutlaka. Hiçbir şeyi unutturmuyor fakat en melunundan en fevkaladesine kadar her şeyi hüzünsüz kabullenme becerisi bahşediyor. Sevindiriyor.
Telefonu kapatmadan önceki on dakika boyunca karşılıklı gülüyorlar.
Hayat, mutluluk ve mutsuzluğun garip dengesini koruyor. Yaralar bir süre sızısız kalıyor, gözyaşı yanaklardan bir sonraki yolunu çizene değin. İyiyiz, buradayız sonuçta, bekliyoruz en yakışıklı halimizle, diyor iki ses de, içinden. Denge o an için her ikisini de sarıyor, her şeye karşı korunaklı kılıyor. Cesaretleri bu yüzden.