4 Mart 2013 Pazartesi

Sesi Kısılmış Açılış Konuşması

Birkaç zamandır arkadaşlarım bir blog’umun olup olmadığını soruyor. Daha evvel bir blog tutmuş, sonra ne yapacağımı bilememiş, kapatıvermiştim. Teknolojiyle arası iyi olan biri olmadım hiç, her zaman bir şeyler eksikti ya da garip bir fazlalık vardı ilişkimizde. Bu yüzden, biraz uzak duruyorum kendisinden.
   Ama… İnsan ısrarlara ve cevabı olumlu olabilecekken olumsuza kaçmış sorulara dayanamıyor. Güzel bir cevap vermek, ‘karşısındakinin kendisi hakkında güzel yorumlarda bulunmak için’ istediği bir şeyi gerçekleştirmek istiyor. Yani, ben, en azından öyle istiyorum. Güzel yorumlar için değil. Ki, çoğu kimsenin yazdıklarımı beğenmediğini ve beğenmek zorunda da olmadığını yıllardır biliyorum. Benim naçizane dileğim, içimde yeni filizler verdirebilen yorumlarla buluşabilmek… Ya da diğer bir deyişle, ortak düşünce sistematiğinde mutluluğu paylaşabilmek…
   Hayatla kavgasını kısa tutmuş biriyim. Küçük yaşta, ki bu yazıyı yazıyorken bile kimine göre küçüğüm hala, hiçbir zaman ring üzerinde ellerim havada, hayatın da yerde olduğu bir fotoğraf çektiremeyeceğimi fark ettim. En azından tahayyül edilemez bir duruma sığınmıyorum bu yüzden.
   Yaklaşık bir yıl önce, çok sevdiğim Nazlı Eray’ın yazılarından yola çıkarak, aynı ‘modern düş yazılarını’ kendisinin izniyle ben de yazmaya başladım. İlk olarak Marilyn Monroe ile konuştuk, açıkçası pek de başarılı olamamıştım. Sonra kitap ve film yorumları, ardından röportajlar, gazete yazıları... Zaman ne de hızlı!
   Şimdi… Üstünden aylar geçmişken, en azından daha iyi olduğumu okuyuculardan gelen tepkiyle bilebiliyor, söyleyebiliyorum. Okunacağını bile düşünemiyordum önceleri… Çünkü yazdığım her metinde, kendi yaşanmışlığımdan yola çıktığım için, anlaşılması zaman alacak şeyler vardı. Ya da şöyle diyeyim, kendi yaşanmışlığımdan damıttığım görüşleri, benden farklı hayatlar yaşamış insanlara anlatmaya çalışıyordum ve bunda başarılı olmam çok da kolay değildi. Hem de bu kadar kısıtlı ve kısık bir sesle…
   Gittikçe kısılan ve içime kaçan bir sesim olduğuna inanıyorum. Konuştukça, daha az konuşmayı diliyorum. Çünkü ciddiyete davet ettiğim, hayatla ilintili görüşlerimi paylaştığım zamanlarda dinleniyor olmaktan çok alaya alındığımı hissediyorum. Hal böyleyken, beni dinleyenlerin karşısında bir şey anlatmak yerine gülmek istiyorum.
   Ve bu yazıları, biraz da gülemediğimden yazıyorum. Kendi içimde konuştuklarımı, ancak yazıya dökebiliyorum. Belki okursunuz diye… Belki okursunuz da, karşınıza geçip de anlatmak zorunda kalmam diye…
   Ne kadar kafası karışık biriyim değil mi?
   Ne kadar kafası karışık biri olsam da, yine de, bir blog'um olduğu için az biraz daha mutluyum.
   Artık.
   Dergide yazdığım tüm yazılar, artık internet ortamında da bulunabilecek. Hem de birebir aynısı olarak. Değişmeden. Değiştirilmeden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder