4 Mart 2013 Pazartesi

Alice’in Neşesini Kim (Ç)aldı? #kasım2012


    Bu ay kiminle röportaj yapacağımı aklımdan geçiriyorken, aniden bu zamana kadar bir elin parmağını geçmeyen insan sayısından başka kimsenin çocuklara pek söz hakkı vermediğini fark ediyorum. Alice ya da Pollyanna ile konuşsam acaba başarılı olabilir miyim?
   Alice’i arıyorum kozmik telefondan. Uzun uzun aradıktan sonra cevap veriyor ama sesi fısıltılı, inceden. “Şu anda konuşamıyorum, gardiyanlar bende telefon olduğunu fark ederlerse sorun çıkar,” diyor.
   “Gardiyanlar mı? Sen neredesin Alice?” diyorum soluk soluğa. Harikalar Diyarı’nda gardiyanların ne işi olabilir?        
   “Ben hapisteyim,” diyor, “imambayıldı yemeği yapmayı öğrenebilmek için yemek kitabı alırken bir anda kendimi burada buldum.”
    Yok artık! Alice imambayıldı yemeği yapmayı mı öğrenmek istiyor? Dahası yemek kitabı alırken içeri mi girmiş? Burada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu gün gibi ortada.
   “Açık görüş ne zaman? O gün seninle görüşmek istiyorum, şu olayı açıklığa kavuşturalım,” diyorum. Pollyanna’yı arasaydım daha iyi mi olurdu acaba? Yoksa onun dünyası da mı allak bullak? Neler oluyor burada?
   “Bu hafta Salı gün,” diyor. Randevulaşıp kapatıyoruz telefonu. Onun yakalanmasını istemem, dahası telefonu içeri nasıl soktuğunu bilmiyorum ama kendisinin içeri nasıl girdiği de oldukça büyük soru işaretine sahip bir soru. Acaba yakın akrabası olmadığım bir mahkûmu açık görüşte ziyaret edebilir miyim, onu düşünüyorum şimdi de. Olur, inanırsam olur!
   Salı gün geldiğinde hiç sevmediğim halde takım elbiseye benzer bir şeyler giyip Alice’e gideceğim yolu tutuyorum. Temiz kıyafetler ve biraz da para ayarlıyorum. İçeride almak istediği şeyler olabilir, kıyafetleri de kirlenmiştir. Anası babası ne haldedir acaba? Yoksa Harikalar Diyarı gibi hapiste de zaman bizim yaşadığımız dünyadan farklı mı akar? Kafamda sorular. Ama Alice ile konuşmak istediğim başka konular var.
   İçeriye sorunsuz bir şekilde giriyorum. Uzaktan akraba olduğumuzu, hatta Alice ile uzun zamandır görüşmediğimizi ve bu gelişimle birlikte yılların hasretini gidereceğimizi söylüyorum, söylediklerimi doğrulamak istercesine biraz da gözyaşı salıyorum.
   Alice bitmiş! Viran durumda. “Ne oldu sana Alice? Nasıl oldu da buraya düştün?” diyorum Türkiye yapımı rezil filmlerdeki gibi, bir de ağlarsam kızı tam olarak depresyona sokabilirim. Aferin bana!
   “Yemek kitabı,” diyor, başka da bir şey demiyor.
   “Peki, sen neşe dolu bir kızdın, neşeni (ç)almalarına nasıl izin verdin?”
   “Neşemi zorla aldılar benden. Vermek istemedim ki. Söylesene, kim neşesini kaybetmek ister? Ben beyaz bulutları pembe görmeyi bilen, tavşanlarla konuşabilen, iskambil askerlere karşı direnen bir kızdım. Güçlüydüm! Neşesi çalınmış bir insan güçsüzleşiyor da,” diyor. Gözleri nemli. Soğuk hapishane gecelerinde neşesine sarılmak istediğine eminim. Kuşku götürmez bir gerçek bu.
   “Ama güçlü olmalısın. Direnmezsen kazanamazsın da. Yani güçsüz hissetmek bir nevi kaybettiğini kabullenmek gibi…”
   “Kabullenmeyeyim de ne yapayım? İnsanların arkamdan güldüklerine eminim artık! Daha geçen gün Harikalar Diyarı’nda yaşadıklarımı konuşuyorlardı, şimdi de hapishane günlerime ağıt yakarlar. Aniden sevilen, hoş bulunan, gülümsenen birinden hor görülen, küçümsenen, suçlu bulunan birine dönüşmek nasıldır bilir misin sen?” diyor.
    Ne yaptınız bu kıza, diyorum içimden ama dilime gelen “Hayır, sakın böyle düşünme. Bu düşünce seni küçültür asıl. Sen çok ama çok güçlü bir kızsın. En başta gururun var,” oluyor.
    “Ama hapisteyim, soğukta ve kıştayım. Dışarı çıksam da ne fark eder ki artık? Damgalanmış gibi olacağım, mürekkebim hiçbir zaman kurumayacak ve sonra da solup gitmeyecek.”
    “Saçmalama Alice. Ne olmuş yani hapisteysen? Hapiste olanları, oradan çıkanları küçük görenler bağnazlaşan, kendini beğenmiş, ukala, çekilmez kişilerdir. Karşısındaki ne yapmış olursa olsun, başkasını sevmeden kendini sevemez ki insan. Önce başkasını seveceksin. Başkasını gözünde ve aklında küçük tutmaya çalışırsan fikirlerin körelir, görüşün darlaşır, kendi karanlığına mahkûm olursun. Senin mahkûmiyetin de, tarif ettiğim bu mahkûmiyetin yanında hiç kalır Alice. Anlatabiliyor muyum?” diyorum, nefes nefese kalıyorum bunları söylerken ama Alice’i de bu durumda görmeye dayanamıyorum.
   “Artık gitmek zorundayım, görüş süresi doldu, dediklerimi bir düşün,” diyorum ve sonra da ekliyorum, “imambayıldıyı da dışarı çıktığın zaman ben öğretirim sana. Hem kitap alırken yakalanan birini ne kadar içeride tutabilirler ki?”
    Alice sessiz, üstü başı pis, düşünceleri benim söylediklerimle temize çekilmiş gibi bana bakıyor. Çıkarken bastırdığım gözyaşlarım avuçlarıma doluyor.     


Editörün notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder