Bu ay kiminle röportaj yapacağımı aklımdan
geçiriyorken, aniden bu zamana kadar bir elin parmağını geçmeyen insan
sayısından başka kimsenin çocuklara pek söz hakkı vermediğini fark ediyorum.
Alice ya da Pollyanna ile konuşsam acaba başarılı olabilir miyim?
Alice’i arıyorum kozmik telefondan. Uzun
uzun aradıktan sonra cevap veriyor ama sesi fısıltılı, inceden. “Şu anda
konuşamıyorum, gardiyanlar bende telefon olduğunu fark ederlerse sorun çıkar,”
diyor.
“Gardiyanlar mı? Sen neredesin Alice?” diyorum
soluk soluğa. Harikalar Diyarı’nda gardiyanların ne işi olabilir?
“Ben hapisteyim,” diyor, “imambayıldı yemeği
yapmayı öğrenebilmek için yemek kitabı alırken bir anda kendimi burada buldum.”
Yok artık! Alice imambayıldı yemeği yapmayı
mı öğrenmek istiyor? Dahası yemek kitabı alırken içeri mi girmiş? Burada
yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu gün gibi ortada.
“Açık görüş ne zaman? O gün seninle görüşmek
istiyorum, şu olayı açıklığa kavuşturalım,” diyorum. Pollyanna’yı arasaydım
daha iyi mi olurdu acaba? Yoksa onun dünyası da mı allak bullak? Neler oluyor
burada?
“Bu hafta Salı gün,” diyor. Randevulaşıp
kapatıyoruz telefonu. Onun yakalanmasını istemem, dahası telefonu içeri nasıl
soktuğunu bilmiyorum ama kendisinin içeri nasıl girdiği de oldukça büyük soru
işaretine sahip bir soru. Acaba yakın akrabası olmadığım bir mahkûmu açık
görüşte ziyaret edebilir miyim, onu düşünüyorum şimdi de. Olur, inanırsam olur!
Salı gün geldiğinde hiç sevmediğim halde
takım elbiseye benzer bir şeyler giyip Alice’e gideceğim yolu tutuyorum. Temiz
kıyafetler ve biraz da para ayarlıyorum. İçeride almak istediği şeyler
olabilir, kıyafetleri de kirlenmiştir. Anası babası ne haldedir acaba? Yoksa
Harikalar Diyarı gibi hapiste de zaman bizim yaşadığımız dünyadan farklı mı
akar? Kafamda sorular. Ama Alice ile konuşmak istediğim başka konular var.
İçeriye sorunsuz bir şekilde giriyorum. Uzaktan
akraba olduğumuzu, hatta Alice ile uzun zamandır görüşmediğimizi ve bu
gelişimle birlikte yılların hasretini gidereceğimizi söylüyorum, söylediklerimi
doğrulamak istercesine biraz da gözyaşı salıyorum.
Alice bitmiş! Viran durumda. “Ne oldu sana
Alice? Nasıl oldu da buraya düştün?” diyorum Türkiye yapımı rezil filmlerdeki
gibi, bir de ağlarsam kızı tam olarak depresyona sokabilirim. Aferin bana!
“Yemek kitabı,” diyor, başka da bir şey
demiyor.
“Peki, sen neşe dolu bir kızdın, neşeni
(ç)almalarına nasıl izin verdin?”
“Neşemi zorla aldılar benden. Vermek
istemedim ki. Söylesene, kim neşesini kaybetmek ister? Ben beyaz bulutları
pembe görmeyi bilen, tavşanlarla konuşabilen, iskambil askerlere karşı direnen
bir kızdım. Güçlüydüm! Neşesi çalınmış bir insan güçsüzleşiyor da,” diyor.
Gözleri nemli. Soğuk hapishane gecelerinde neşesine sarılmak istediğine eminim.
Kuşku götürmez bir gerçek bu.
“Ama güçlü olmalısın. Direnmezsen
kazanamazsın da. Yani güçsüz hissetmek bir nevi kaybettiğini kabullenmek gibi…”
“Kabullenmeyeyim de ne yapayım? İnsanların
arkamdan güldüklerine eminim artık! Daha geçen gün Harikalar Diyarı’nda
yaşadıklarımı konuşuyorlardı, şimdi de hapishane günlerime ağıt yakarlar.
Aniden sevilen, hoş bulunan, gülümsenen birinden hor görülen, küçümsenen, suçlu
bulunan birine dönüşmek nasıldır bilir misin sen?” diyor.
Ne yaptınız bu kıza, diyorum içimden ama
dilime gelen “Hayır, sakın böyle düşünme. Bu düşünce seni küçültür asıl. Sen
çok ama çok güçlü bir kızsın. En başta gururun var,” oluyor.
“Ama hapisteyim, soğukta ve kıştayım.
Dışarı çıksam da ne fark eder ki artık? Damgalanmış gibi olacağım, mürekkebim
hiçbir zaman kurumayacak ve sonra da solup gitmeyecek.”
“Saçmalama Alice. Ne olmuş yani
hapisteysen? Hapiste olanları, oradan çıkanları küçük görenler bağnazlaşan,
kendini beğenmiş, ukala, çekilmez kişilerdir. Karşısındaki ne yapmış olursa
olsun, başkasını sevmeden kendini sevemez ki insan. Önce başkasını seveceksin.
Başkasını gözünde ve aklında küçük tutmaya çalışırsan fikirlerin körelir,
görüşün darlaşır, kendi karanlığına mahkûm olursun. Senin mahkûmiyetin de,
tarif ettiğim bu mahkûmiyetin yanında hiç kalır Alice. Anlatabiliyor muyum?”
diyorum, nefes nefese kalıyorum bunları söylerken ama Alice’i de bu durumda
görmeye dayanamıyorum.
“Artık gitmek zorundayım, görüş süresi
doldu, dediklerimi bir düşün,” diyorum ve sonra da ekliyorum, “imambayıldıyı da
dışarı çıktığın zaman ben öğretirim sana. Hem kitap alırken yakalanan birini ne
kadar içeride tutabilirler ki?”
Alice sessiz, üstü başı pis, düşünceleri
benim söylediklerimle temize çekilmiş gibi bana bakıyor. Çıkarken bastırdığım
gözyaşlarım avuçlarıma doluyor.
Editörün
notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı
Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu
içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder