4 Mart 2013 Pazartesi

Kadının Adı Yok* #eylül2012


Sıcak günlerde kalabalık caddelerde dolaşmak beni yorar. Tuhaf bir iç karışıklık yaşarım. Bu yüzden -belki mağaza eksikliğinden belki de insansızlıktan- sakin olan arka sokakları tercih ederim. Zaten böyle zorunlu bir tercihi yapmadığım zaman ya gideceğim yere ya da kendi planıma geç kalırım.
    Bunu hiç beklemiyordum doğrusu. Yani arka sokak yürüyüş için pek uygun bir yer değildir bana göre. Ama yine de kadınlar, ellerinde pankartlar ve garip bir takım eylem araçlarıyla arka sokağı istila etmişler. Oldukça tuhaf ve esrarengiz bir durum. Sanki onları benden başka hiç kimse görmüyor, yalnızca ben görüyorum. Bu kalabalığı görmemek mümkün mü peki?
    Bu ay dergide ünlü olmayan bir kadınla konuşmak istiyordum zaten. İçlerinden biriyle haberleşip, yarım saat sonra ofiste buluşmak üzere sözleşiyoruz. Konuşmak isteyen kadını konuşturmak lazım, yoksa patlama anı hiç de hoş olmayan bir konuşmaya dönüşebilir.
    Ben dergiye gidene kadar yarım saat geçmiş olacak ki, ofise girer girmez peşimden kapı çalınıyor. Gelen, röportaj için sözleştiğim kadın değil. Ondan epey farklı, sarışın, üstü başı pek bir derli toplu bir kadın bu. Benim sözleştiğim kadın konsepte daha çok uyuyordu hâlbuki. Yani normalde kadın haklarıyla, kadına şiddetle ilgili röportaj veren kadınlar nedense her zaman ‘dayak yemiş gibi görünen’ kadınlardır. Oysa her kesimden kadın evde, sokakta, iş yerinde şiddete maruz kalabiliyor. Bu yalnızca gözlerimizin görmediği o uzak kasabada yaşanan bir rezalet değil, bu rezalet hepimizin.
   “Hoş geldiniz. Ama sanırım ben sizinle değil de, başka bir arkadaşınızla sözleşmiştim,” diyorum hemen.
   “Benimle sözleştiniz. Sözleştiğimiz saatte de geldim,” diyor.
   Bu sarışın kadınla sözleşmediğime eminim ya, neyse. Sanırım o kalabalıkta kiminle sözleştiğimi de karıştırdım. Olur bazen böyle şeyler…
    “Çay ya da kahve alır mısınız?”
    “Kahve alırım, orta şekerli,” diyor.
    Kahveleri sipariş ediyorum. Ofiste herkes kahve sever! Herkese kahve sipariş ettikten sonra, buraya gelen tüm röportaj konuklarımın orta şekerli kahve sevdiklerini fark ediyorum. Marilyn, Audrey, Cahide Sonku, istisnasız hepsi orta şekerli kahve seviyor. Bu ofisimizin bir büyüsü olabilir mi acaba?
    “Kahvelerimiz de geldiğine göre hemen röportajımıza başlayabiliriz. Birkaç soru soracağım size,” diyorum. Heyecanlıyım. Canımı çok yakan, canımı acıtmaktan garip bir zevk alan bir konuya ilişkin ilk röportajım bu.
   Ofis şoke olmuş durumda bize bakıyor. Ünlü konukları ağırlamama alışkın onlar. Ama bu ay, isimsiz bir kadınla, adı olmayan ve benim de tanımadığım bir kadınla konuşacağım.
   “Yürümek için neden bir arka sokağı seçtiniz?” diyorum, ilk aklıma gelen sorudan başlayarak.
   Kahvesinden bir yudum alırken bir anda kadına bir şeyler oluyor, sarışın kadın gidiyor ve yerine esmer bir kadın geliyor.
   “Sözleştiğim kadın işte buydu!” diyorum heyecanla. Söylediğim duyulmamış olacak ki, kimse ilgilenmiyor. Ama burada garip bir şeylerin döndüğü kesin. Sarışın kadın gitti, yerine esmer kadın geldi. Acaba tekrar olur mu böyle bir şey? Ya da bu nasıl olur? Oldukça şaşkınım.
   “Çünkü arka sokakların ayrı bir büyüsü vardır. Ezilenler, ezildiğine inanılan insanlar, huzur arayanlar, kısacası sesini çıkartmak isteyen ama çıkartamayan herkes arka sokakları sever. Biz de bizi duymaktan kaçınanların işini kolaylaştırmak için arka sokaklardaydık bu sefer.” Kadın şaşkınlığıma aldırmadan, sarışın kadınmış gibi konuşmaya devam ediyor. Acaba sarışın kadın, bu esmer kadın olabilir mi? Yok yok, olmaz öyle şey. Nasıl olsun?
   “Arkadaşınız nereye gitti? Siz nasıl buraya geldiniz?” diyorum acele acele. Biraz fazla oluyor artık bu durum da. Yani bir kadın gidiyor, yerine başka bir kadın geliyor ve önceki kadınmış gibi konuşmaya devam ediyor. Hem de gözlerimizin önünde.
    “Kimsenin gittiği ya da geldiği yok. Başından beri benimle konuşuyorsunuz,” diyor sakince.
    “Peki, nasıl oluyor böyle bir şey? Yani bir anda esmer bir kadına dönüştünüz ve hırpalandığınız da o kadar belli ki,” diyorum.
   “Çünkü Duygu Asena’nın da dediği gibi, Kadının Adı Yok. Bizler hırpalanan ve hor görülen, yıpratılan ve göz ardı edilen, dövülen ve kimsesiz bırakılan kadınlarız. İsmimizin olmaması doğal değil mi? O yüzden işte, bu konudan bahsetmeye başladığımız anda başka bir kadına dönüşüyoruz,” diyor.
    Hiçbir şey diyemiyorum. Yalnızca dudaklarımdan “Yalnız değilsiniz aslında,” sözü dökülüyor. Sahi yalnız değiller değil mi? Yani onlar isimleri ve sabit bir görüntüleri olmasa da kendilerini savunan, sessiz kalmayan kadınlar. Böyle bir durumda onların yalnız olması söz konusu bile olamaz bence!


Editörün notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder