Sıcak günlerde kalabalık caddelerde dolaşmak
beni yorar. Tuhaf bir iç karışıklık yaşarım. Bu yüzden -belki mağaza
eksikliğinden belki de insansızlıktan- sakin olan arka sokakları tercih ederim.
Zaten böyle zorunlu bir tercihi yapmadığım zaman ya gideceğim yere ya da kendi
planıma geç kalırım.
Bunu hiç beklemiyordum doğrusu. Yani arka
sokak yürüyüş için pek uygun bir yer değildir bana göre. Ama yine de kadınlar,
ellerinde pankartlar ve garip bir takım eylem araçlarıyla arka sokağı istila
etmişler. Oldukça tuhaf ve esrarengiz bir durum. Sanki onları benden başka hiç
kimse görmüyor, yalnızca ben görüyorum. Bu kalabalığı görmemek mümkün mü peki?
Bu ay dergide ünlü olmayan bir kadınla
konuşmak istiyordum zaten. İçlerinden biriyle haberleşip, yarım saat sonra
ofiste buluşmak üzere sözleşiyoruz. Konuşmak isteyen kadını konuşturmak lazım,
yoksa patlama anı hiç de hoş olmayan bir konuşmaya dönüşebilir.
Ben dergiye gidene kadar yarım saat geçmiş
olacak ki, ofise girer girmez peşimden kapı çalınıyor. Gelen, röportaj için
sözleştiğim kadın değil. Ondan epey farklı, sarışın, üstü başı pek bir derli
toplu bir kadın bu. Benim sözleştiğim kadın konsepte daha çok uyuyordu hâlbuki.
Yani normalde kadın haklarıyla, kadına şiddetle ilgili röportaj veren kadınlar
nedense her zaman ‘dayak yemiş gibi görünen’ kadınlardır. Oysa her kesimden
kadın evde, sokakta, iş yerinde şiddete maruz kalabiliyor. Bu yalnızca
gözlerimizin görmediği o uzak kasabada yaşanan bir rezalet değil, bu rezalet
hepimizin.
“Hoş geldiniz. Ama sanırım ben sizinle değil
de, başka bir arkadaşınızla sözleşmiştim,” diyorum hemen.
“Benimle sözleştiniz. Sözleştiğimiz saatte
de geldim,” diyor.
Bu sarışın kadınla sözleşmediğime eminim ya,
neyse. Sanırım o kalabalıkta kiminle sözleştiğimi de karıştırdım. Olur bazen
böyle şeyler…
“Çay ya da kahve alır mısınız?”
“Kahve alırım, orta şekerli,” diyor.
Kahveleri sipariş ediyorum. Ofiste herkes
kahve sever! Herkese kahve sipariş ettikten sonra, buraya gelen tüm röportaj
konuklarımın orta şekerli kahve sevdiklerini fark ediyorum. Marilyn, Audrey,
Cahide Sonku, istisnasız hepsi orta şekerli kahve seviyor. Bu ofisimizin bir
büyüsü olabilir mi acaba?
“Kahvelerimiz de geldiğine göre hemen
röportajımıza başlayabiliriz. Birkaç soru soracağım size,” diyorum.
Heyecanlıyım. Canımı çok yakan, canımı acıtmaktan garip bir zevk alan bir
konuya ilişkin ilk röportajım bu.
Ofis şoke olmuş durumda bize bakıyor. Ünlü
konukları ağırlamama alışkın onlar. Ama bu ay, isimsiz bir kadınla, adı olmayan
ve benim de tanımadığım bir kadınla konuşacağım.
“Yürümek için neden bir arka sokağı
seçtiniz?” diyorum, ilk aklıma gelen sorudan başlayarak.
Kahvesinden bir yudum alırken bir anda
kadına bir şeyler oluyor, sarışın kadın gidiyor ve yerine esmer bir kadın
geliyor.
“Sözleştiğim kadın işte buydu!” diyorum
heyecanla. Söylediğim duyulmamış olacak ki, kimse ilgilenmiyor. Ama burada
garip bir şeylerin döndüğü kesin. Sarışın kadın gitti, yerine esmer kadın
geldi. Acaba tekrar olur mu böyle bir şey? Ya da bu nasıl olur? Oldukça
şaşkınım.
“Çünkü arka sokakların ayrı bir büyüsü
vardır. Ezilenler, ezildiğine inanılan insanlar, huzur arayanlar, kısacası
sesini çıkartmak isteyen ama çıkartamayan herkes arka sokakları sever. Biz de
bizi duymaktan kaçınanların işini kolaylaştırmak için arka sokaklardaydık bu
sefer.” Kadın şaşkınlığıma aldırmadan, sarışın kadınmış gibi konuşmaya devam
ediyor. Acaba sarışın kadın, bu esmer kadın olabilir mi? Yok yok, olmaz öyle
şey. Nasıl olsun?
“Arkadaşınız nereye gitti? Siz nasıl buraya geldiniz?”
diyorum acele acele. Biraz fazla oluyor artık bu durum da. Yani bir kadın
gidiyor, yerine başka bir kadın geliyor ve önceki kadınmış gibi konuşmaya devam
ediyor. Hem de gözlerimizin önünde.
“Kimsenin gittiği ya da geldiği yok.
Başından beri benimle konuşuyorsunuz,” diyor sakince.
“Peki, nasıl oluyor böyle bir şey? Yani bir
anda esmer bir kadına dönüştünüz ve hırpalandığınız da o kadar belli ki,”
diyorum.
“Çünkü Duygu Asena’nın da dediği gibi,
Kadının Adı Yok. Bizler hırpalanan ve hor görülen, yıpratılan ve göz ardı
edilen, dövülen ve kimsesiz bırakılan kadınlarız. İsmimizin olmaması doğal
değil mi? O yüzden işte, bu konudan bahsetmeye başladığımız anda başka bir
kadına dönüşüyoruz,” diyor.
Hiçbir şey diyemiyorum. Yalnızca dudaklarımdan
“Yalnız değilsiniz aslında,” sözü dökülüyor. Sahi yalnız değiller değil mi?
Yani onlar isimleri ve sabit bir görüntüleri olmasa da kendilerini savunan,
sessiz kalmayan kadınlar. Böyle bir durumda onların yalnız olması söz konusu
bile olamaz bence!
Editörün
notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı
Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu
içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder