30 Kasım 2018 Cuma

Sol Yanaktaki Yara İzi


“Galiba kırdığımız kalplerin toplamından daha fazla hasar alıyoruz başkalarından,” diyorum elimdeki viski bardağından kocaman bir yudum alarak.
“Böyle çıkarımlar yapmak seni üzmüyor mu?” diyor.
“Hayır, aksine beni rahatlatıyor. Ciğerime doldurduğum nefesi dışarı verip yeniden soluk alabilmeme olanak sağlıyor.”
Gülüyor. Gülüşü öyle yakışıyor ki yüzüne. Bilhassa sol yanağındaki, Ortadoğu’da bulunduğu dönemde patlamış bir bombanın kalan izine. O izi bir kez daha öpmek, ıslak bir öpüşü orada sonsuza kadar bırakmak istiyorum.

Elindeki boş bardağı gösterip “İster misin sen de?” diyor.
Bardakta kalan viskiyi bir anda içip, boş bardağı ona veriyorum. İçeri giriyor, bardaklara önce birer parça buz ve ardından viski koyuyor. Dışarı, yanıma geliyor ve tahta banka otuyor. Karşıdaki ormana, boş araziye bakıyoruz. Elime tutuşturduğu viski bardağını onunkine tokuşturuyorum, karşılıklı birer yudum alıyoruz.

“Kırgınsın ama kime? Neden kırgınsın?” diyor endişeli bir bakışla. Tanıştığımız ilk günden bu yana ona kırgınlıklarımı, başka başka yöntemlerle ve sözcük dizilimleriyle anlattığımın ayırdığına varıyorum birden. Aynı derdin, aynı kırgınlığın etrafında dönüyor ve her keresinde başka bir sonuca varıyorum. Varıyormuşum.
“Kırgınlık, ruhun iyileştiremediği bir yara. Bitmeyecek bir can yangını. Senden neden ilk andan bu yana hoşlanıyorum, biliyor musun? Seninle aramızdaki duygusal çekim, ahenk değil mesele. Ruhundaki yaralar, sanki benimkilere denk düşüyor ve merhem oluyor. Senin acını görüyorum ve senin de benim acımı gördüğünü hissediyorum,” diyorum.
Bakışlarını yere çeviriyor. Ben, aksine kendimden ve bizden daha da uzaklara çeviriyorum kendi bakışlarımı ilkin. Ardından iki elimle sımsıkı tuttuğum viski bardağını şöyle bir sallıyor, içindeki buzların oynayışını izlemek için bakışlarımı bardağa çeviriyorum.

“Benim de hissettiğim bu. Biliyor musun, dinmeyen bir kalp ağrım var. Yürek ağrım. Belki de bu yüzden Ortadoğu’ya gittim. Yürek ağrımın orada bir yerde, birileri veya bir şeyler tarafından durdurulacağına inandım. Oysa nasıl da yanılmışım! Yürekteki ağrının dinmesi için fiziksel yara alman yetmiyormuş, dönüp geriye bakmana yardımcı olacak biri gerekiyormuş. Bir yardımcı, şifacı. Sen gibi.”
Öyle üzüyor ki bu söyledikleri. Onun bütün cümlelerini, sözcüklerini, harflerini açtığın derin bir çukura gömerek üstünü örtmek istiyorum. Yaşanmamış, konuşulmamış gibi olmasını diliyorum. Bu, her zaman düştüğüm derin bir yanılgı değil mi? Hayatı, bir ip gibi makaraya sarıp başa alamıyorsun. Üst üste devrilen saniyeleri, döküldükleri gibi geri toplayamıyorsun. Aynı ip, aynı makaraya yalnızca bir kez sarılabiliyor.

“Şifacı, kendi şifasını da verebilir sanıyoruz ama öyle değil,” diyorum bir cümle kurabilmiş olmak için. Ne kadar kusurlu da olsa konuşabildiğimi, onun bu açıklamasının benim susuşumun işaret fişeği olmadığını kanıtlamak için. “Ama şunu bilmeni isterim: Bu zamana kadar tanıştığım hiç kimse, bana senin kadar iyi gelmedi. Gelmeyecek de.”
Bir yudum daha viski içip, uzanıyorum ve onun yüzündeki o uzun, o yarı derin izi öpüyorum. Sonra sol elini sağ elimle tutup, avuç içini görebileceğim bir hizaya getiriyorum. Viski bardağını solumdaki masanın üstüne bırakıp, sol elimle onun avucundaki izleri takip ediyorum. Tenindeki izlerden geleceğine yönelik tahminler yürütüp keder bulaşan yüzlerimizi gülümsetebilmeyi umuyorum. Onun neşesini, iki elimle yakalayıp sol elinden bütün vücuduna yüklemek istiyorum.
“Şu izi görüyor musun? O iz, yollarımızın bir daha karşılaşmama ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu işaret ediyor fakat konuştuklarımız, sabaha kadar susmayışımız, son damlasına kadar içtiğimiz şişelerce viski, kaybettiğim bir iddia sonucunda arka bahçendeki çimleri çim biçme makinesiyle kesmeye çalışıp beceremeyişim, birbirimize iyi gelişimiz ikimiz tarafından da unutulmayacak. Belki bazı detayları eksik veya değiştirilmiş olarak hatırlayacağız. Ama en nihayetinde, birbirimizi unutmayacağız. Çünkü birbirimize hissettirdiğimiz onca güzel duygu var. Onlar anıları hayatımıza düğümleyecek.”
Hakikaten gülümsüyor. O gülümsediğinde ben de gülümsüyorum.

“O düğümü hiçbir zaman çözmeye çalışmayalım, olur mu?” diyor çocukça bir heyecanla. “Ve nereye gidersen git, ben nereye gidersem gideyim, kiminle tanışırsam tanışayım veya hayatımı paylaşırsam paylaşayım şunu unutma: Bu zamana kadar, ülkeme yaralarla geri döndüğümden bu yana, sadece sen her buluşmamızda yara izlerimi öptün. Bu bile başlı başına seni benim hayatımda unutulmaz kılmaya yeter.”
Esneyip uzamış bir zaman boyunca susup, birbirimize bakıyoruz. Söylediklerinin sahiciliğini gözlerinden okuyorum. Onu hem okuyor, hem duyuyor, hem hissediyor hem de ruhumun bir köşesiyle biliyorum.

“Senin yaptığın çıkarımlar, benimkilerden her zaman iyi olmuştur zaten!” deyip kahkaha atıyorum, havadaki ağırlığı iyice dağıtmak amacıyla. Bıraktığım bardağı alıp onunkine tokuşturuyor, kocaman bir yudum alıyorum.