4 Mart 2013 Pazartesi

Marilyn, Amy ve… TiyatrODÜ? #aralık2012


   Okulda dersin ortasındayken bir mesaj düşüyor kozmik telefona, titremesiyle fark ediyorum.
   “Saat 18.00’da kulübün toplantısı var. Her zamanki yerde toplanıyoruz yine.”
   Şaşırıyorum. Kozmik telefonumun numarasını onlara vermediğimden eminim. Hem bu telefon yalnızca ölüler ve düşler âlemiyle iletişimi sağlamıyor muydu? Hatlarda bir sorun olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda çok unutmaya da başladım, belki de numaramı onlara da vermişimdir. Neden olmasın?
   Dersten çıktığımda oyalana oyalana toplanacağımız yere gidiyorum. Uyuşuk davranıyorum ki vaktinden önce gidersem gelecek olanlarla konuşmak zorunda kalmayayım. Aslında onlarla tanışmak da istiyorum ama yeni insanlarla sıfırdan başlayarak tanışmak benim korkularımdan biri sanırım. Bunu bir türlü aşamıyorum, aşmayı istiyorum. Ve şu an saçmalamaya başlıyorum. Gördüğüm şey gerçek olamaz çünkü!
   “Ne yapıyorsunuz burada?” deyiveriyorum hemen. Tiyatro kulübü için toplandığımız yerde yıldızlar geçidi var. Marilyn Monroe, röportaj yaptığım öteki kadınlar, henüz röportaj yapmadığım ve yapmayı düşlediğim daha niceleri. Kadın gününe çevirmişler burayı. Hemen gözüme karşılıklı koltuklara oturmuş, birbirlerine sert bakışlar atmak dışında hiçbir iş yapmayan Cleopatra ve Hürrem Sultan takılıyor. Acaba birbirlerinden daha güçlü olduklarını anlatamayacaklarına karar verince, gözleriyle meydan okumaya mı geçmişler? Ama… zaten onların burada işi ne? Ben onları saraylarında ziyaret etmeyi düşünmüştüm, buraya kadar gelmeleri beraberinde korkunç kaprisler, istekler, emirler ve tuhaflıklar getirmez umarım.
   “Senin için,” diyor Marilyn. “Doğum gününü kutlamaya karar verdik. Program yaptık ama sen erken gelmişsin,” diye de ekliyor.
    Aman Tanrım! Koluna girmiş olan da Amy Winehouse mu? İki çocuksu ruhun bir şekilde buluşmuş olmaları gözlerimi yaşlandırıyor. Gözyaşlarıma engel olamıyorum, toplayıp ceplerime doldururum oysa. Yapamıyorum.
   “Ama olsun, hoş geldin. Ve iyi ki doğdun! Bak herkes burada. Düş kırıklıklarımız bir araya getirdi bizi ve senin zihnin. Kalbimizi açmamıza izin verdiğin için sana bir şekilde teşekkür etmemiz gerekiyordu, biz de bunu planladık! Çok da güzel yaptık,” diyor köşeden geliveren Pollyanna.
    Pollyanna düş kırıklıklarından mı söz etti? Onu neden rahat bırakmıyorsunuz alçaklar, diyorum içimden. Hiç kimseyi rahat bırakmıyor hiç kimse. Herkes birbiriyle didişme halinde. Bunun birbirilerini yok etmekten başka bir şeye neden olmayacağını bilmiyorlar mı?
    “Teşekkür ederim,” diyorum, heyecanlıyım. Hiç tanımadığım insanlar bile gelmiş, demek ki yakın bir gelecekte onlarla da tanışacağım. Sevincimi onlarla da paylaşmak istiyorum fakat, bir anda kalakalıyorum. “İyi de, benim doğum günüm 23 Aralık, kasımın ortasında kutlamak da nereden geldi aklınıza? Bu da planın bir parçası mı yoksa?”
    Cleopatra, bakışlarını Hürrem’den bir an için olsun alarak cevap veriyor: “Köşende yazarsın diye düşünmüş şu iki kız,” diyor, Marilyn ve Amy’yi işaret ederek. “Zaten buraya kadar gelebilmem için dil döktüler saatlerce. Susmaları için geldim, yoksa öreceğim çoraplar vardı daha.”
    İstemsiz bir şekilde gülmeye başlıyorum. Ağzım kulaklarıma varıyor ama Cleopatra’nın bir bakışıyla susuveriyorum, dediklerine güldüğümü anlamış ve kızmış olmalı bana. İnsanın kendisini bilmesi ne de güzel bir şey, öreceği çoraplar varmış, hah hah ha! O zaman ben ona örgü teknikleri ve çorap modelleriyle alakalı bir iki mecmua göndereyim. Mısır’da bulamaz öyle dergiler… Unutmazsam tabii.
    Derken kozmik telefonum çalmaya başlıyor, arayan Alice. “Doğum günün kutlu olsun! Nice yaşlara,” diyor. “Gelecek hafta duruşmam var, mutlaka bekliyorum seni de. Dediklerini düşündüm, haklısın ve sanırım düşüncelerim sayesinde de buradan çıkabileceğim.”
    “Tamam, geleceğim ve karamsar düşünmekten vazgeçmiş olmana çok sevindim. Kendine iyi bak,” diyorum ve telefonu kapatıyorum. Aman telefonla yakalanmasın; duruşma tarihi de ileri atar, hapiste geçireceği süre de.
   Herhalde telefonu kapattığımı gördükleri için kocaman, oldukça süslü, meyveli, üzerinde düşlerimin fotoğrafı olan doğum günü pastasını getiriyorlar. Tamı tamına on dokuz mum var, hepsini tuttuğum dilekle beraber üflüyorum.
    Pastalarımızı yedikten sonra, nereden bulup getirdiklerini bilmediğim kadın orkestrasının eşliğinde kurtlarımızı dökmeye başlıyoruz. Bu kadar kadının içerisinde bir erkek olarak bulunmak, dahası çoğunun kadınlığı nedeniyle zarar görmüş olduğunu da hesaba katarsak, benim bir kez daha ağlamama neden oluyor. Ben bu köşeyi, kadınların kadınlığını sahiplenmesi için onlar adına tutmuyor muyum zaten?
    Tam bu anda öteki telefonuma mesaj düşüyor: “Kulüp toplantısı başladı, başka yerdeyiz, sen neredesin?”
    Bana mesaj atmışlar, hem de hemen gelmemi istiyorlar. Ağlarken gülmeye başlıyorum. Kadınların hepsine teşekkür edip, partiden ayrılıyorum. Marilyn ve Amy… onların kalplerini biliyorum.



Editörün notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.

Not 2: TiyatrODÜ şimdiye kadar katıldığım en güzel öğrenci topluluğu. Çalışkan, eğlenceli, hoşsohbet, keyifli ve ince düşünebilen o güzel insanlarla bir arada olmak nasıl tarif edilebilir, bilemiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder