“Saat 18.00’da kulübün toplantısı var. Her
zamanki yerde toplanıyoruz yine.”
Şaşırıyorum. Kozmik telefonumun numarasını
onlara vermediğimden eminim. Hem bu telefon yalnızca ölüler ve düşler âlemiyle
iletişimi sağlamıyor muydu? Hatlarda bir sorun olduğunu düşünüyorum. Son
zamanlarda çok unutmaya da başladım, belki de numaramı onlara da vermişimdir.
Neden olmasın?
Dersten çıktığımda oyalana oyalana
toplanacağımız yere gidiyorum. Uyuşuk davranıyorum ki vaktinden önce gidersem
gelecek olanlarla konuşmak zorunda kalmayayım. Aslında onlarla tanışmak da
istiyorum ama yeni insanlarla sıfırdan başlayarak tanışmak benim korkularımdan
biri sanırım. Bunu bir türlü aşamıyorum, aşmayı istiyorum. Ve şu an saçmalamaya
başlıyorum. Gördüğüm şey gerçek olamaz çünkü!
“Ne yapıyorsunuz burada?” deyiveriyorum
hemen. Tiyatro kulübü için toplandığımız yerde yıldızlar geçidi var. Marilyn
Monroe, röportaj yaptığım öteki kadınlar, henüz röportaj yapmadığım ve yapmayı
düşlediğim daha niceleri. Kadın gününe çevirmişler burayı. Hemen gözüme
karşılıklı koltuklara oturmuş, birbirlerine sert bakışlar atmak dışında hiçbir
iş yapmayan Cleopatra ve Hürrem Sultan takılıyor. Acaba birbirlerinden daha
güçlü olduklarını anlatamayacaklarına karar verince, gözleriyle meydan okumaya
mı geçmişler? Ama… zaten onların burada işi ne? Ben onları saraylarında ziyaret
etmeyi düşünmüştüm, buraya kadar gelmeleri beraberinde korkunç kaprisler,
istekler, emirler ve tuhaflıklar getirmez umarım.
“Senin için,” diyor Marilyn. “Doğum gününü
kutlamaya karar verdik. Program yaptık ama sen erken gelmişsin,” diye de
ekliyor.
Aman Tanrım! Koluna girmiş olan da Amy
Winehouse mu? İki çocuksu ruhun bir şekilde buluşmuş olmaları gözlerimi
yaşlandırıyor. Gözyaşlarıma engel olamıyorum, toplayıp ceplerime doldururum
oysa. Yapamıyorum.
“Ama olsun, hoş geldin. Ve iyi ki doğdun!
Bak herkes burada. Düş kırıklıklarımız bir araya getirdi bizi ve senin zihnin.
Kalbimizi açmamıza izin verdiğin için sana bir şekilde teşekkür etmemiz
gerekiyordu, biz de bunu planladık! Çok da güzel yaptık,” diyor köşeden
geliveren Pollyanna.
Pollyanna düş kırıklıklarından mı söz etti?
Onu neden rahat bırakmıyorsunuz alçaklar, diyorum içimden. Hiç kimseyi rahat
bırakmıyor hiç kimse. Herkes birbiriyle didişme halinde. Bunun birbirilerini
yok etmekten başka bir şeye neden olmayacağını bilmiyorlar mı?
“Teşekkür ederim,” diyorum, heyecanlıyım.
Hiç tanımadığım insanlar bile gelmiş, demek ki yakın bir gelecekte onlarla da
tanışacağım. Sevincimi onlarla da paylaşmak istiyorum fakat, bir anda
kalakalıyorum. “İyi de, benim doğum günüm 23 Aralık, kasımın ortasında kutlamak
da nereden geldi aklınıza? Bu da planın bir parçası mı yoksa?”
Cleopatra, bakışlarını Hürrem’den bir an
için olsun alarak cevap veriyor: “Köşende yazarsın diye düşünmüş şu iki kız,”
diyor, Marilyn ve Amy’yi işaret ederek. “Zaten buraya kadar gelebilmem için dil
döktüler saatlerce. Susmaları için geldim, yoksa öreceğim çoraplar vardı daha.”
İstemsiz bir şekilde gülmeye başlıyorum.
Ağzım kulaklarıma varıyor ama Cleopatra’nın bir bakışıyla susuveriyorum,
dediklerine güldüğümü anlamış ve kızmış olmalı bana. İnsanın kendisini bilmesi
ne de güzel bir şey, öreceği çoraplar varmış, hah hah ha! O zaman ben ona örgü
teknikleri ve çorap modelleriyle alakalı bir iki mecmua göndereyim. Mısır’da
bulamaz öyle dergiler… Unutmazsam tabii.
Derken kozmik telefonum çalmaya başlıyor,
arayan Alice. “Doğum günün kutlu olsun! Nice yaşlara,” diyor. “Gelecek hafta
duruşmam var, mutlaka bekliyorum seni de. Dediklerini düşündüm, haklısın ve
sanırım düşüncelerim sayesinde de buradan çıkabileceğim.”
“Tamam, geleceğim ve karamsar düşünmekten
vazgeçmiş olmana çok sevindim. Kendine iyi bak,” diyorum ve telefonu
kapatıyorum. Aman telefonla yakalanmasın; duruşma tarihi de ileri atar, hapiste
geçireceği süre de.
Herhalde telefonu kapattığımı gördükleri
için kocaman, oldukça süslü, meyveli, üzerinde düşlerimin fotoğrafı olan doğum
günü pastasını getiriyorlar. Tamı tamına on dokuz mum var, hepsini tuttuğum
dilekle beraber üflüyorum.
Pastalarımızı yedikten sonra, nereden bulup
getirdiklerini bilmediğim kadın orkestrasının eşliğinde kurtlarımızı dökmeye
başlıyoruz. Bu kadar kadının içerisinde bir erkek olarak bulunmak, dahası
çoğunun kadınlığı nedeniyle zarar görmüş olduğunu da hesaba katarsak, benim bir
kez daha ağlamama neden oluyor. Ben bu köşeyi, kadınların kadınlığını
sahiplenmesi için onlar adına tutmuyor muyum zaten?
Tam bu anda öteki telefonuma mesaj düşüyor:
“Kulüp toplantısı başladı, başka yerdeyiz, sen neredesin?”
Bana mesaj atmışlar, hem de hemen gelmemi
istiyorlar. Ağlarken gülmeye başlıyorum. Kadınların hepsine teşekkür edip,
partiden ayrılıyorum. Marilyn ve Amy… onların kalplerini biliyorum.
Editörün
notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı
Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu
içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.
Not 2: TiyatrODÜ şimdiye kadar katıldığım en güzel öğrenci topluluğu. Çalışkan, eğlenceli, hoşsohbet, keyifli ve ince düşünebilen o güzel insanlarla bir arada olmak nasıl tarif edilebilir, bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder