4 Mart 2013 Pazartesi

Audrey Hepburn'ü Kızdırdım Mı Acaba? #temmuz2012


   Ofiste oturmuş, bilgisayarda bir şeyleri karıştırıyorken birden telefon çaldı. Hemen açtık telefonu, tuhaftır ki telefondan beni istiyorlardı. Hemen aldım elime.
   “Oğuz Bey, üzgünüz ki Bir Ömür Yetmez filminden gelemiyoruz. Birisi bizi buraya hapsetmiş olmalı, çıkamıyoruz bir türlü,” dedi telefondaki ses.
   Sesi hemen tanımıştım. Bu, filmdeki bağımlı kızdı. Ot, eroin, kokain, sigara, türlü kötü alışkanlığa sahipti. Bir türlü bırakamamıştı. Film boyunca üzülmüştüm ona.
   “Nasıl olabilir ki böyle bir şey, geçen gün konuştuğumuzda gelebileceğinizi söylemiştiniz?” diyorum.
   “Çok denedik, bir türlü çıkamıyoruz. Önce sadece benim çıkamadığımızı düşündük, fakat sonra herkes denedi ve hiçbirimiz çıkamadık.”
    “O zaman ne yapabilirim ki, sizinle daha sonra konuşuruz köşemde. Dikkat edin kendinize, çok selamlar.”
    Bir anda telaşlanıyorum. Bir Ömür Yetmez’dekiler gelemiyorsa, ben kiminle konuşacağım bu ay köşemde? Bir telaş alıyor beni. Ofistekilerin şaşkın bakışları arasında kozmik telefonu bir o kulağıma, bir bu kulağıma dayayarak numarasını bildiğim herkesi sıradan aramaya başlıyorum. İlk aradığım numara Elizabeth Taylor’ın telefon numarası, menekşe gözlü şahane kadın. Açmıyor telefonu. İşi var sanırım. İkinci aradığım numara da Audrey Hepburn, neyse ki o açıyor telefonu. Kısacık da olsa köşemde konuşabilsem keşke onunla...
   “Merhaba, ben Oğuzcan Çağan. Audrey Hepburn ile mi görüşüyorum acaba?”
   Çocuksu sesiyle cevap veriyor hemen, “Evet, buyurun benim. Niçin aramıştınız?”
   “Köşemde sizinle röportaj yapmak istiyorum müsaitseniz. Yarım saat sürmez, gelebilir misiniz? Yoksa ben buradan bir araba yollatayım mı?”
    “Tamam, uzun sürmeyecekse geliyorum. Çünkü çekimlere yetişmem gerekiyor. Tiffany’de Kahvaltı’yı çekiyoruz. Pencereden yangın merdivenine geçip şarkı söylediğim sahneyi çekeceğiz bugün.”
    “O halde bekliyorum sizi,” diyorum hemen. Audrey Hepburn’ün tüm zarafet ve nezaketiyle beni kırmaması çok mutlu etti beni. Tabii, onu tanımlayan herkes zarafetinden ve nezaketinden söz etmemeyi başaramıyor. Çünkü kibarlık derecesi oldukça yüksek bir kadın Audrey.
    Bir saat geçiyor geçmiyor, Audrey ofisimizin kapısından içeri giriveriyor. Simsiyah, üzerine oturan, dekoltesiz, oldukça şık bir kıyafet giymiş. Ona ne giyse yakışır, fakat bu bir başka göstermiş onu.
   “Hoş geldiniz,” diyip hemen buyur ediyorum koltuklardan birine. Zamanını almamam lazım. O kadar kibarlık göstermişken, çekime geç kalmasını istemem. Yoksa ne olur halimiz? Kendimi kötü hissederim en başta.
   “İki soru soracağım size. Öncesinde çay veya kahve alır mıydınız?”
   “Orta şekerli bir Türk kahvesi alayım,” diyor sakince. Oturmuş ve ellerini kucağında birleştirmiş. 
   “Zarif kadının da hali bir başka oluyor yahu. Bizimkiler olsa böyle sakin sakin otururlar mı? Yıkarlar burayı, istekleri de bitmez,” diyor iç sesim.
   Hemen orta şekerli kahvesini istetiyorum. Türk kahvesini de biliyor, daha önce içmiş olmalı. Tabii kim sevmez ki orta şekerli bir Türk kahvesini?
   Kahve gelir gelmez ilk sorumu soruyorum. Madem Tiffany’de Kahvaltı filmini çekiyorlar, onunla ilgili sorayım. “Tiffany’de Kahvaltı filmi, romandan uyarlanan bir film. Yazar, Holly karakterini yaratırken Marilyn Monroe’yu esas almış değil mi?”
    Zarifçe kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, “Evet, doğru bu. Fakat sanat camiası böyledir, kime niyet kime kısmet. Ben bu sansasyonun içerisinde anılmak istemiyorum, çünkü olayın benimle ilgisi yok. Beni oynatmak istediler, senaryoyu beğendim. Oynuyorum,” dedi. Kızmış gibi durmuyor, ben olsam kızabilirdim böyle bir soruya. Ama merak da ediyor insan, ne yapayım?
   “O zaman son sorumu sorayım, özel hayatınızda evli erkeklerle birlikte olduğunuzu duyuyoruz. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?” Ben de bugün pimi çekilmiş bomba gibiyim. Sorular peş peşe gümbür gümbür geliyor. Kesin bir daha gelmeyecek köşeme Audrey. Kırıyorum kadını.
   “Özel hayatımla ilgili sorulara cevap vermiyorum. Bunu sizin de biliyor olmanız gerekir,” diyor. Yine sakin, yine zarif. Bir kadının zarafeti hiç mi bozulmaz? Audrey Hepburn’ünki bozulmuyor işte. Ne sorarsam sorayım, nasıl sorarsam sorayım sakin ve zarif.
    “Sorularınız bittiyse çekime yetişmem gerekiyor,” diyor ve kahve fincanını sehpanın üzerine bırakıp, üzerini de birazcık düzeltip dışarı çıkıyor. Ofisin hepsi peşinden bakakalıyor. Kızdırdık mı acaba kadını?   

Editörün notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder