Bazen dile getirilemeyen sözlerin hakikatte
çok faydalı ya da tam tersi yıkıcı bir gücü olabileceğine inanıyorum.
Karşımda oturan esmer kadına bakmaya devam
ediyorum. Sarışınlığın bir anda esmerliğe dönmesi durumuna alışmaya çalışıyorum
ama nasıl alışılabilir ki böyle bir duruma? Şaşkın şakın bakakalıyorum. Eylül
ayında takılı kalmışım. Hepimiz bazı zamanlar bir anda, bir günde, bir mevsimde
takılı kalmıyor muyuz sahi? Ben de kalmışım işte, zamanın bir köşesinde
sıkışmışım, karşımda da eylem yapan kadınlar arasından seçtiğim birisi. Nerede
kaldıysam, sohbeti o aşamadan sürdürüyorum.
“Peki, ya bu kadar yıpratılan kadınların
âşık olması durumuna ne diyeceksiniz? Nasıl hala güvenebiliyorsunuz
birilerine?” diyorum.
“Aşk, insanların hala karşısında kayıtsız
kalabildikleri, elleri ile ayaklarının birbirine dolandığı yegâne konu.
Kendisini savunmak zorunda bırakılan kadınlar da, aşkın aslında olmadığını
düşünmek yerine, âşık olma halini sahipleniyorlar kişiden çok,” diyor.
Kadın yine bir anda değişiveriyor. Bu durum
da biraz fazla olmaya başladı ama, diyor iç sesim. Sürekli cismi değişen,
isimsiz bırakılmış bir kadınla nasıl röportaj yapabilirim ki? Sözlerine nasıl
güvenebilirim? Hem de onca tarikat, onca insan, onca grup tarafından en küçük
bir değeri bile olmadığı söylenen kadınlardan biriyle?
“Anlayamadım demek istediğiniz şeyi, biraz
daha açık ifade edebilir misiniz?”
“Duygusal olduğumuzu söylüyorum. Cisimden
çok, duygunun kendisine âşık oluyoruz ve ona sahip çıkıyoruz. Belki onun için
hırpalanıyoruz, belki bir girdabın içerisindeymiş gibi yaşıyoruz. Ah, bir
bilsen biz nasıl zorluklar ortasında rüzgâr karşısında salınıveren ağaçlar gibi
olmayalım diye dimdik durmak için kendimizi sıkıyoruz. Dayanamadığımız yerde de
ölüyoruz,” diyor. Ağlamaklı oldu. O gözyaşlarına, ben de söyleyemediğim
sözlerime sahip çıkmaya çalışıyorum.
“Yalvarırım ölümden bahsetmeyin,” diyorum,
“ölümden bahsetmeye devam ederseniz ya ikimiz de ağlayacağız ya da içimizi
yakan kadın ölümleri devam edecek, lütfen susun.”
Ötekiler röportaj yaptıkları kişileri
konuşturmak için uğraşır, bense susturmak için uğraşıyorum. Böyle bir acının içime
sığmayacağını düşünüyorum. Oysa güzel resimler çizmek isterdim kadınlarla
ilgili, benzersiz sözler etmek, başarılarından bahsetmek ama izin vermiyorlar.
Çünkü sadece fiziksel şiddet değil söz konusu olan, ruhsal şiddet de var
duyanların duymazdan geldiği. Ayıp sayılan. Bir kadının hükmünün olabilmesi,
hakkını doğru düzgün arayabilmesi, kendini insan yerine koydurabilmesi için
sosyal statüsünün tam mı olması gerekiyor, tam olmak artık neyse? Aşkın
kendisine âşık olduğunu söyleyen bu kadın gibiler, isimsizler, onlar nereye
kadar direnebilir böyle bir şeye?
“Bu röportajı benimle sürdüremeyeceğini
geçiriyorsun zihninden. Ama emin ol, sözlerime öylece güvenmeni beklemiyorum
senden, konuşmamız gerekiyorsa konuşalım. Üzerine beraberce kafa yoralım. Sözlerimiz
dolansın ortalıkta. Tek dileğim, ikimizden biri tamamen ortadan kalkmadan, yok
olmadan birbirimizi dinlememiz gerektiğini ve birbirimizin bu hayatta iç içe
yaşamasının mümkün olduğunu kabul edelim.”
O kadar derin bir mevzuya parmak basıyor ki,
susturmamam gerektiğinin farkında varıyorum. Konuşsun, çünkü bu zamana kadar
susturulmuş bir topluluktan benim seçtiğim bir sözcü o!
“Gazeteleri görmek, ana haber bültenlerini
seyretmek istemiyorsunuz artık değil mi?” diyorum konuyu biraz daha yumuşak bir
aşamaya çekebilmek için. Fakat ne kadar uğraşılırsa uğraşılırsın, birbirimizi
dinlemeden bu işin altından kalkamayacağımızı biliyorum artık. İşin boyutunu
çok bozmuşlar çünkü. Can pazarına dönmüş ortalık. İç sesim bile suskun kalıyor
böylesi bir durum karşısında. Ne diyebilir ki?
“Bir tek televizyonda karşılaşmıyoruz ki
kaderimizle.”
“Ama yine de, bir yerinden başlamak gerek
temizlemeye insan ruhunu. Yanılmıyorum değil mi?” diyorum.
“Ruh değil,” diyor, “zihnin temizlenmesi
gerek. Yoksa en kötüsünün bile yüreğinde, insana dair aşk var. Hem belki
zihinler temizlenince, aşkın kendisine âşık olmanın yanında, onu özgürce de
yaşayabiliriz, ne dersin?”
“Belki de haklısınız. Olmayan şey aşk değil,
aşk algısı. Yanlış yorumluyoruz bazı şeyleri, kişilerin dolduruşuna geliyoruz.
Kendimizi kendimizle bıraksak içinden çıkabileceğiz en ağır konuların bile.
Aşkın onarılmayı bekleyen bir kırık bebek olduğunu fark edeceğiz ve onu
onarmaya çalışacağız, yaralarını sarmaya çalışacağız.”
Yaşa! der gibi kahvesini havaya kaldırıyor, birden
yeni baştan, sarışın kadına dönüşüyor ve “Bu da kadınlarla erkeklerin eş değer
algılanmasıyla başarılabilir! Aşk o zaman tastamam yaşanabilir,” diyor.
Ne kadar da haklı!
Fincanlarımızı kadınların adının olduğu bir
gelecek falı için kapatıyoruz.
Editörün
notu: Köşe yazıları konseptini dergiye taşımam konusunda beni kırmayan Nazlı
Eray’a teşekkürlerimi sunuyorum. Nazlı Eray, hoşça vakit geçirmek ve bir kurgu
içerisinde kültüre doymak isteyenler için benzersiz kitaplar yazıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder