24 Ağustos 2014 Pazar

Bir Ölümün Düşündürdükleri ya da Kafa Karışıklığı

Tam tamına bir hafta.
   Kocaman günler. Saatler.
  Hiçbir şey yapmama, tek kelime yazmama, tek satır okumama ya da en kısa bir filmi dahi izlememe hissi içindeyim. Duygusu içinde.
   Açık söyleyeyim: Bu yazı başından itibaren sevemedim zaten.
  Bir kolu, bir bacağı dişlenip kullanılamaz hale getirildikten sonra- kolsuz, bacaksız plastik bebekler gibi. Eksik ya da fazlasıyla inanılmaz, o yaşa göre. İnanmak istenilmeyen.
   Bu yaz, aynen böyle, inanmak istemediğim bir mevsim. Bir dönem.
 Bütünüyle kendimi ayırabildiğim haftaların olmadığı bir zaman parçası. Önceden programlanmış, fazlasıyla ağırlaşmış- bir yük!
   Birkaç gün önce bir sınava girdim. Kazanamadığım ilk sınav. Ama mühim değil. Kazanmanın da, kazanamamanın da son derece önemli olduğuna inanırım. İkisinin de gizli başka sebepler barındırdığına.
   Sözünü etmek istediğim şu: Sınav günü bir ölüm haberi aldım.
   Tamamen sınavdan bağımsız.
   Uzundur ya da şöyle diyeyim birkaç senedir ölüm üzerine epey sık düşünüyorum. Herkes gibi, bir anlam yaratmaya çalışıyorum ölümün varlığı üzerine. Ya da son derece sıradan teoriler oluşturuyorum. Ve çoğu zaman, hepsini unutmayı tercih ediyorum.
   Unutmak iyi geliyor çünkü.
   Ölümü de unutmak iyi geliyor.
  Unutmaktan kastım, günlerce süren işkence nöbetleri sonrası sindirmek değil. Bir anda. Kendiliğinden unutma. Zorlamadan. Ruhunu zımparalamadan. Acıtmadan.
  Bir haftadır sadece soluk alıyorum. Öylece ruh gibi dolaşıyorum. Hayır, sınavla ilintisi yok, ondan günler önce başladı bu durum. Sadece, hiçbir şey yapmıyorum. Evet. Birkaç gündür de, çocukluğundan beri evinin hemen karşısındaki evin balkonunda görmeye alıştığın birinin ölümünün ne demek olduğunu düşünüyorum. Bu yaz ne çok ölüm haberi aldığımı. Ölenlerin hiçbirini bu kadar yakından “tanımadığımı”.
   Günler. Saatler. Yıllar.
   Geçiyor bir şekilde.
  Sonunda insana, sevse de sevmese de görmeye alıştığı birinin ölümü kalıyor. Televizyondan gördüğü, karşısında gördüğü. Bir şekilde gözüne değmiş bir resim. Görmediklerin değil de, gördüklerin bir şekilde dokunuyor içine. Ama nihayetinde, sindiriliyor da.
   Şaşırmasam da, görmesem de, bilmesem de- sindiriliyor bir şekilde.
   Düğün ve cenaze. Ne de olsa yan yana.
   Bu yüzden belki de, cenazeleri sevmiyorum.
   Yas tutmuyorum.
   Sabır dilemiyorum.
   İçime atıp, kenara çekiliyorum.
   Herkes bir şekilde iyi dileklerini, taziyelerini sunuyor, varlıklarını ifade ediyor zaten. Bir fazlaya gerek var mı? İnanmıyorum!
   Böyle işte.
   Bir haftanın resmini üç güne çiziyorum.
   Belki de tutarsız cümleler kuruyorum.
   Ama.
  Zaten ölüme ilişkin ne kadar büyük cümle kurarsak kuralım, karşımızda hep daha büyük bir cümle olmuyor mu? Ölümün kurduğu bir tümce.
   Kısası, ölüm bitmiyor.
   En azından.
   Keşke, yaz bitse.

   Belki ölüm de bir şekilde durur, yaz bitince.