9 Nisan 2013 Salı

Afife Jale'ye Yine Mektup Gönderdim!


Sevgili Afife,

   Öncelikle gönderdiğin ikinci mektubu okuyamadığımı belirtmeliyim. Her ne olduysa, mektup elimde okunmak için saniyeleri saydığı bir anda toza döndü. Şaşırdım önce. Ama toz halini alması, tastamam boşluğa dönüşmesinden iyidir diye düşündüm sonrasında da. Avuçlarımda tozun kalmış olması, mektubun birkaç saniye önce var olduğuna dair kuşku götürmez bir gerçeklik sunuyordu çünkü. Okuyamamış olduğuma mı üzüleyim yoksa kaybolsa bile bir zamanlar var olmuş olmasına mı sevineyim, bilemedim.
   Bu yüzden sana, mektubunun cevabı niteliğinde şeyler yazamayacağım. Yalnızca kendimden, sanattan ve birkaç kafa karışıklığımdan bahis açmak istiyorum.
   Sanatla uğraşan insanların arasında bazen kendimi fazla gereksiz, fazla dışarıda kalması gereken, az konuşması istenen, yetersiz, bilgisiz ve kabiliyetsiz görüyorum. Sence neden? Buna birkaç yanıt geliştirmeye çalıştım belleğimden topladıklarımla ama nihayete erdirip kesin kanıya varamadım. Olmuyor. Sen de kendini bazen fazlalık, yetersiz ve gereksiz derecede özgün hissettin mi hayatında? Ya da öldüğünde?
   Sanat, toza dönmek gibi Afife. Sanat, vaktinden önce ölmüş bütün insanların hayatını toz zerreciklerine gizleyerek gözler önüne sermek. Nasıl anlatsam bilemiyorum ama sanatın bütün dallarında, örneğin edebiyat, tiyatro, resim ve heykelcilikte, insan kendisini kendinden önce bu işe baş koymuş insanlara, hayatını bu tutkuya bağlamış herkese borçlu olarak görüyor. Yanlış yaptığı bir şey nedeniyle, ölmüş insanların sorguya çekilebileceğini düşünüyor. Ağırlığı altında kalınabilecek bir sorumluluk bu. Bazen ruhuma dayanan bu yükün sonucunda ezilecekmiş gibi hissediyorum kendimi.
   Yürekli kadın Afife, sana bu cümleleri büyülü bir manzaraya karşı yazıyorum, kalbim elimde atarken. Bir anda denizin dalgalanmasıyla birlikte seni yanımda buluverecekmiş gibi hissediyorum. Ama yok, benimle o en özel anlar dışında yalnızca mektup yoluyla iletişim kurmayı sevdiğini, bunu tercih ettiğini ve daha fazlasından pek hoşlanmadığını biliyorum. Öğrendim artık bunu.
   Biliyorum, deniz ne kadar dalgalanırsa dalgansın gelmeyeceksin manzaraya karşı ruhumu saldığım bu balkona. Demirler paslanacak, zaman akacak ama sen bana yalnızca mektuplar yazacaksın. Haklısın. Gözler önünde kadınlığın bahane gösterilerek yargılanırken kendini kim bilir nasıl aciz, korunmasız, yetersiz ve korku içerisinde ayakta tutmaya çalıştın! Yalnızca görünüşün, cinsiyetin nedeniyle…
   Paragraflarım bile uzun bu sefer. Galiba bir anlamda, elimde toza dönen mektubun affını diliyorum sana uzun satırlar, paragraflar yazarak. Okuyamadığım bir mektubun sorumluluğunu bana yüklemezsin öyle değil mi?
   Her neyse… Uzatıp da canını sıkmak istemiyorum bazı konuları.
   Uyuşturucudan dengesi bozulmuş ruhunu daha fazla zedelemek istemem. Seninle daha fazla ve daha sık konuşmak istiyorum bundan sonrası için. En azından mektup yoluyla konuşmak manasında…
   Bu mektubumda tiyatroyla ilgili daha fazla tümce yazmayı tasarlamıştım aslında.
   Başarılı olamadım gördüğün gibi. Ne yapmalıyım? Bir türlü güvenemediğim, arkasında sımsıkı ve dimdik dursam da –bilinçsizce- sorgulanmasından asla hoşlanmadığım cümlelerimi silip yerine yenilerini mi yazmalıyım? Sana yazarken hep böyle dikkat mi kesilmeliyim?
   Kalabalık gruplar arasında kendisini her zaman köşelere çeken –ya da oralarda bulan mı demeliyim?- ve suskun tavırlar takınan ben, ne yazmalıyım sana tiyatro meselesiyle ilgili?
   Tiyatronun matematiğini anlamaya çalışıyorum şimdi de. Aklımın bir köşesi (ki aklın sence kaç köşesi vardır Afife?) şimdilerde tiyatro metinleri, oyuncular, oyunculuklar, replikler, ışıklar, dekorlar, kostümler ve daha fazlasıyla doluyor, taşıyor, karmakarışık oluyor.
   Sen söyle Afife, tiyatro her zaman insanı bu hale mi sokar? Bazen mutlu, bazen mutsuz; kimi düşünceli, kimi kendini gereksiz hisseden biri haline mi çevirir insanı? Yoksa tiyatro insanın kimyasına mı sokulur bir nefeste?
   Yaz bana bunları Afife. Yanıtlarını duymak istediğim sorular bunlar. Özellikle odaları darmadağınık edilmiş bir ruhtan duymayı çok istediğim cevapları var bu soruların.
    Sana bunları yazarak kafanı mı şişirdim yoksa?
    Kızma bana.
Daima seninle…
Oğuzcan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder