Sevgili küçüğüm,
Bu sefer adını hiç geçirmeyeceğim senin.
Nasılsa herkes mektubun alıcısı kim, biliyor. Hem ayrıca bu mektubumun ardından
ilk kez sen isim dillendireceksin mektubunda. Hem de hemen, yakın vakitte
göndereceğini bildiğim o yaralı ve içli tümceler içerisinde.
Nereden bildiğimi sorma, ölüler her şeyi
bilir.
Bütün bunlar sana mantıkdışı geliyor değil
mi? Yani benim konuşmam, daha doğrusu yepyeni tümceler kurmam sana, ya da senin
bana yazdıklarını okumam. Böyle şeylerin oluru olmadığına inanırdın önceleri.
Ama artık ölenin aslında gerçekten yok olmadığını, enerji bulutu ya da
mantıkdışı başka bir şey olsa dahi ‘bir şeye’ dönüşüverdiğini biliyorsun. Ya da
belki de tastamam mantıklı bir boyuta taşındığını…
Bazen fazlasıyla abartıya kaçıyorsun
davranışlarında, küçüğüm. Duygularını yoğun yaşıyor, sinire boğulduğunda
kalbini söküp atmak istiyorsun. Sonra bir anda, saman alevinden bozma bir sıcaklıkla,
sönüveriyor, sakinleşiyorsun.
Senin söyleyemeyeceğin bir şey söyleyeceğim
sana. Kendinden bile sakladığın, belki kalbinin ta en derinine itelediğin ve
görmezden geldiğin, daha doğrusu gelmeye çalıştığın diyelim: Sen, sana bir şey
olduğunda başkalarının hüzne kapılmasından, üzülmesinden, yıpranmasından, duygusal
anlamda aşınmasından ve yaralanmasından korkuyorsun ve bunu kendin de dâhil
herhangi bir kimseyle konuşurken söze dönüştüremiyorsun. Bu yüzden, insanlarla
arana hep bir çizgi çiziyorsun. O çizgiyle kendi arana da kelebekler, çiçekler,
ağaçlar, dereler ve toprak yollar boyuyorsun.
Bunu ilk ne zaman fark ettiğimi sormayacak
mısın? Ya da en azından yine doruğunda yaşadığın duygularından herhangi biriyle
–belki kızgınlık belki de keder- bana bir yanıt vermeyecek misin? Hayır,
vermeyeceksin. Biliyorum. Çünkü bazı şeylerin tadını bozabileceğini
düşünüyorsun vaktinden önce kurulmuş tümcelerin. Haklısın.
Kendinin bile farkında olmadığı bazı
zamanlar, kendinden yoruluyorsun. Kendin olma halinden yoruluyorsun. Ve köşene
kaçıp ağlıyorsun.
Bir de benim neler çektiğimi düşünsene… Sen de
mektubunda yazmışsın işte! Kadın oluşum gözler önünde didiklenirken, ruhumu da
süzgeçten geçirip birçok yanımı öldürdüler. Biraz da bu yüzden eksik kaldım
hayattan.
Küçüğüm, tiyatro hepimizi iyileştirebilir.
Böyle merhemsi bir gücü var onun. O, yaralarımızı parmaklarıyla oymak, derinleştirmek
yerine onları nasıl tamir edebileceğimizi gösteriyor bize. İnan bana.
Sana söylediklerim için bana sakın kızma.
Daha uzun tutmamalıyım bu mektubu. Ama senin
göndereceğin bir sonraki mektup, en uzun mektup olmalı aramızdaki. Ve ne senin
ne de benim ağrıyan bir başımız olmayacak birbirimizden ötürü. Bunu da unutma.
Şimdi, imza yerine ismimi yazmalı mıyım
sence?
Kafiyesi mi bozuldu mektubun? Bunca şey
olurken kafiyeye dikkat edemiyor insan, bunun için de iç dengelerime söz
geçiremediğimi söyleyeyim sana.
Ağlama?
Cesaretle,
Afife
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder