25 Mayıs 2013 Cumartesi

Kafa Karışıklığımın Resmi


Üç gün evvel turne sebebiyle Ünye’deyken çoktandır aklımda olmayan, unuttuğumu bile unuttuğum, keşke hatırlamasam dediğim birini gördüm seyirciler arasında. Bilenler bilir, insan böyle anlarda ya tuhaf bir sinirlilik haline ya da tastamam üzüntü dalgalarına dalıverir. Böyle zamanlarda ben sinirlenemediğimden, üzüntüye kapılırım genelde. Beceriksizliğimden.
   Karşılaşmalar beni her zaman, sekmeksizin yani, filmlere çeker. O an aklıma gelen bir filmin içine çekilirim gizil güçler tarafından. Ortamdan soyutlanır, kendime kapanır, hatta kendimden bile çıkar giderim başka hallere.
   -Sahi ne kadar uzaklaşabilirim kendimden?
   Onlardan?
   Tanıdıklardan ve dahi tanımadığım kimselerden?-
   Bu durum yıllardır karşılaşmadığım kişiler haricinde de böyle aslında.
   Nasıl, neden bilemiyorum ama böyle oluveriyor. Kırıldığım, üzüldüğüm, alındığım bir şey olduğu an kendi içime çekiliyorum. Konuşmuyor, gülmüyor, tepkisizleşiyor, kendi içimde düşünmeye başlıyorum. Ve şu anda, en çok kendime kızıyorum.
   İnsan neden her zaman olacakları bildiği, kırılacağından şüphe duyduğu, sonunu başından yazdığı maceralara dalmak ister ki, köşesine çekilip oturmak ve güzel ve kırılmamış ve cam parçalarına dönüşüp dağılmamış günler geçirmek varken? Bir yerden sonra düşüncelere dalacağımızı bildiğimiz gerçeklerle burun buruna gelmek, içgüdüsel bir tatmin mi sağlıyor yoksa suçlu ruhumuzda? İnsan sahiden her zaman, hatta daima en sevdiği kişileri mi yaralıyor? Ya da yaralamamak için okları kendine saplıyor, zehri kendisi mi içiyor? Neler oluyor da hayatın süreğen temposunda alınganlar, kırılanlar, çırpınanlar sürünene dönüşüyor her şey bittikten sonra?
   Kendimin bile bilmecesinin cevabını bulamadığı biri gibi görünüyorum gözüme. Çoğu zaman.
   Filmlerin içine çekiliyorum demiştim ya, sahnelere de bölünüyorum aynı zamanda. Ya da her neyse, nasılsa kendi iç muhasebelerimin hep alacaklısı çıkıyorum madem, bir yerde susmak ve soluklanmak gerek. Neden uzatıp duruyorum sonunun gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, gelse bile yeniden yazılmak için saniye sayan bir metne dönüşeceğini bildiğim bir sayfada?
   Ne dediğimi (veya yazdığımı) pek bilmesem de, hatta mutluluğun resmini yapmak yerine kafa karışıklığımın haritasını çizsem dahi, insan yazdığında, yazdığında ve yazdığında rahatlıyor en nihayetinde! Sonra da gidip, biraz soluk aldığı yazıya borçlu çıkıyor.
   Böylesi bir çelişki ne kadar devam eder?
   Dahası devam etse bile ne çıkar?
   Hem onlarla arama dikenden bir ten çeksem, örsem dahi biter mi bu kafa karışıklığı?
   

2 yorum:

  1. Cok klise bi' cumle olacak fakat soyleyecegim: Zihnimden gecenlere tercuman olmussun Oguzcum.

    YanıtlaSil
  2. Nedense senin yazdıkların da bana aynı hissi veriyor. Sanki birbirimizi tanımlıyor ve umutlandırıyor gibiyiz, sence de öyle değil mi?

    YanıtlaSil