27 Mayıs 2013 Pazartesi

İntihal mi Dediniz Beyefendi?

Fahrenheit 451, insanlığın kitapları zararlı görmeye başladığı tarihi bilinmeyen bir gelecekte geçen, ilk basımı 1951 yılında yapılan Ray Bradbury'nin bir kitabıdır. Aynı zamanda filme de alınan kitapta insanlar kütüphaneleri yakar, diğer insanların evlerindeki kitapları toplar, onları da yakarlar- hem de bu yakma işlemini yapan insanlar, artık yangın çıkmayan o gelecekte yapacak herhangi bir işleri kalmayan itfaiyecilerdir. Ne hazin değil mi? Fakat her yasak gibi bunun da isyancıları vardır ve iyi ki vardır! İnsanlar kitapları ezberlerine alarak, yakılsa da yok edilemez bir duruma getirir edebiyatı. Bununla beraber, lafı toparlarsam, 1966 yılında kitaptan uyarlanarak çevrilen filmde -bana kalırsa- dönemin ve tüm zamanların edebiyat seviciliği, sevmeye meyyal oluşları, sevmeden edemeyecekleri de apaçık seyirciye yansımıştır. Şimdi, bu başlangıcın ehemmiyeti şu ki, filmi bilmeyenin bilmesini ve seyredip başkalarının seyretmediğini düşünen kimselerin de bilinçlenmesini tez elden rica ederim. Kendi adıma söylemeliyim ki, (ç)alınan hikayelerin dönüp dolaşıp gideceği pek bir yer yoktur. Yazılmayanı yazmak varken, yazılmışı sahiplenmek ve dahası giyinmek ne diye? 
   Bunu şöylesi ters açıdan da ele/dile alarak anlatmak isterim ayrıca, siz Halil Cibran'ın Ermiş ve Paulo Coelho isimli dönemimizde pek popüler olan yazarın Akra'da Bulunan Elyazması isimli kitabını peş peşe ya da ikisini de tastamam hatırlayarak okudunuz mu? Tüm içten dileklerimle sevdiğim edebiyat ortamında her yazdığını takip etmesem de, yine de, kitaplarını okuduğum Elif Şafak'ın İskender romanının intihal olarak algılandığı, Zadie Smith'in İnci Gibi Dişler isimli romanına 'benzetildiği' bir dönemden geçtik ayrıca- laf fazla dolanmışken. Elif Şafak'ı günler süren bir tartışmanın, belki haklı belki de haksız şekilde merkezine aldık. Oysa Paulo Coelho, ününün dün dünyaya yayıldığı konusunda hem fikir olabileceğimiz Halil Cibran'dan esinlendiğini söylerken, bu esinlenmenin intihale kadar uzanabildiğini söyledik mi herhangi birimiz? Ya da herhangi biri?
   Şimdi sorarım ki, kendi ülke yazarımızı böylesi hırpalarken nasıl da oluyor da ulusal çapta -benim fikrimce- (intihal deniliyorsa buna, hadi diyelim) intihale imza atmış bir yazar gözden kaçırılıyor? Gözden tam olarak kaçırılmıyor da, gözardı mı ediliyor yoksa?
   Demem o ki, gözüme değdikçe kati surette gözardı edemeyeceğim bir konu bu. Hem zaten öyle olması da gerekmez mi? Şimdi, Fahrenheit 451'in neden seyredilmesi ya da okunması gerektiğini anlıyorsunuzdur umarım. Zira kitabın değersizleştirilmeye çalışıldığı günümüzde, birileri yepyeni ve ultra zeki bir aklın ürünü olarak kendileri bu fikrin üstüne yatmaya, hatta bunu daha da ileri götürerek bu fikrin üstünde tepinmeye çalışabilirler. Çalışırlar belki de. 
   Amacım: aklıma düşmüşken bir yerlere de not olarak ulaştırmak bu meseleyi. Kendime okudukça hatırlamak üzere not düşmek.
   Son cümle olarak şunu da söylemek isterim ayrıca; kimseyi suçladığım ya da kimseyle laf cambazlığına girdiğim yok böylesi bir konuda, tek yaptığım kendi zihnimde ayna tutarak her zaman yaptığım ve yapacağım bir şeye devam etmek sadece. Hem benim gibi birinin sözünü ettiğim yazarlar ve kitaplarla sidik yarıştırması mümkün mü Allah aşkına? Yalnızca, bilirsiniz işte, insan bazen aklındakini patır patır söyleyiverir. Benim yaptığımsa kalıcılığını arttırmak... 
   Kalıcılık önemli bir yerde. Eninde sonunda istenen bu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder