Sevgili Maryam,
Birazdan yazacaklarım belki canını sıkacak.
Onca zaman neden yazmadığımı, seni önemseyip önemsemediğimi, kalbimin hangi
yöne gitmeyi arzu ettiğini soracaksın. Haklısın. Yazmalıydım sana. Hiç kimseye
yazmasam bile, sana yazmalıydım. Tek sözcük olsa bile. Anılarımız hatırına
yazmalıydım. Ama yazamadım.
Sana içimin haritasından söz etmeyeli o
kadar zaman oldu ki, nereden başlamamın doğru olacağını bir türlü
kestiremiyorum. Hangi zamandan başlasam eksik kalacağım için, parçalı bulutlu
anlatacağım kendimi sana. Şimdiden affet beni.
Birkaç gündür kendi ölümümü planlıyorum.
Sayısız intihar metodu düşünüp hiçbirinin bana yakışmayacağını, ünlü bir film
yıldızının ününe yaraşır bir biçimde ölmezse filmlerinin hatırlanmayacağını
düşünüp dertleniyorum. Sürekli düşünüyorum. Oysa ünlü bir film yıldızı değilim
ben, önce bunu kabullenmeliyim.
Feleğin çemberini ateşe verip ilkin kırbaç
zoruyla, sonra tarifsiz bir tutkuyla kendi isteğiyle onun içinden kerelerce
geçmiş biri olarak yazıyorum bunları. İçinden geçtiği hiçbir filmi başarıya
ulaştıramamış, hatırlanırsa ancak ölümünden sonra hatırlanabilecek bir film
yıldızı olarak yazıyorum. Başarısız bir film figüranı belki… Ama yine de yıldız
demeyi tercih edeceğim izninle. En azından kendi mektubumda kendimi başarıya
ulaşmış olarak görmeyi, göstermeyi arzu ediyorum. Bağışla beni.
Fark etmişsindir, sonda söylemem gerekenleri
başta söylüyorum her zamanki gibi. En olmadık tümceyi en olmadık zamanda
kuruyorum. Bütün zamanlarımda olduğu gibi.
Yaşam artık o kadar canımı sıkıyor, o kadar
ağır geliyor ki Maryam. Seninle ilk tanıştığımız zamanların o kalbi genişleten
heyecanını bir türlü tutturamıyorum. İlk sinema filmimde bana o kadar yardımcı
olmuştun ki, hatırlıyor musun? Birbirinin kuyusunu kazıp onları oraya gömen
yüzlerce insana rağmen bana yardımcı olmuş, bir rakip gibi görmemiş, rotamı
çizmemde yardımcı olmuştun. İstediğin ritmi tutturup başarılı olamasam da
birkaç filmde oynamıştım sayende. Her neyse…
Görüşmeden geçen zamana karşı şimdi neden
sana, sadece sana yazıyorum bilmiyorum. İçimde tarifi çok zor bir yöneliş var.
Anlamsız da olsa sana yazma, anlamsızlığımı seninle paylaşma, kafiyemi seninle
tutturma arzusu var. Belki de görüşmediğimiz için böyledir bu, kim bilir.
Aradan geçen sürede görüşmüş olsak senin de sıradan birine dönüştüğünü görüp
daha da yalnızlaşacaktım, kim bilir. Hayır, böyle şeyler yalnızca filmlerde
olmaz canımın içi. Böyle şeyler tam da hayatın merkezinde olur. Günün birinde
kafiye kırılır ve insan bir balonun içerisinde oturmakta olduğunu düşünmeye
başlar. O balonun havasının boşalmaya başladığını hissettiğinde de ölme
düşüncesini şekillendirir kafasında. Ben o durumdayım şimdi işte. Başarısız
filmlerimin, başarısız evliliklerimin, başarısız ilişkilerimin üstüne çektiğim
çarşafı kaldırıp acı çekmek istiyorum. Acılarımı tazelemek istiyorum.
Mutsuzluklarımı hatırlamak. Sence başarabilir miyim bunu kendime zarar
vermeden?
Çok zor.
Bu yüzden mi yazıyorum sana? Kendime zarar
vermeden ortadan kaybolabilmek için mi? Öyle mi dersin?
Beni yarıda bırakılmış anlamsız bir mektupla,
makaslanmış bir tümceyle hatırlamanı isterim. Her zaman bu yarımlığımdan
şikâyet etmez miydin? Ayrıca batının bütün kadınları, doğunun yıpranmış kadınlarının karşısında tersine bir etkiyle çokça eksik kalmaz mı?
Maryam, doğunun nefesi, sen fazlasıyla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder