Size yaş ilerledikçe, alınan yaşlar ve
eğitimlerle temizlenememiş bir masal anlatacağım. Bir rüyayı üçe, beşe, on
yediye bölerek keyfini kaçıracağım gecenin. Mutsuzluğu kelimelere yaslayacağım.
Çok yakın bir geçmişte edebiyatın yakınında
duran herkesin alabildiğine zarafet, karizmatik düşünceler sahibi, kibar,
başkalarının hayatına müdahale ederken onlarca kez düşünen, ince fikir sahibi
kimseler olduğunu sanırdım. Bu öyle müthişti ki, bu yüzden tanıdığım herkesi
edebiyatın herhangi bir yerinden tutmaya davet ediyordum. Ki halen etmekteyim.
Önce kendimi, sonra onları bambaşka hayatları tanımaya, tanıdıkça insanları
daha az yargılamaya, daha az yargıladıkça daha insani bir yaşam biçimi
oluşturmaya çağırıyordum. Çağırıyorum. Becerebiliyor muyum bilemiyorum ama
üstüne kafa yorduğumu, gerçekleştirmeye çalıştığımı söyleyebilirim.
Neyi ne kadar, nereye kadar ve nasıl
yaşadığını bilmediğin birinin yaşamını mercek altına yerleştirmek sanıldığı
gibi öyle basit değil zira. Yargılamak da bu yüzden o kadar kolay olmamalı. Ve
bence edebiyatın büyük ölçüde yüzey alanı bu yargılama düğümünü çözme merkezine
dâhil.
Bütün edebiyatçıları, edebiyat ilgililerini,
akademisyenlerini bu düğüm çözme işine kafayı takmış olarak düşünürdüm. Ne büyük
yanılgıya düşmüşüm! Edebiyatla akademik düzeyde ilgilenip, edebiyatın aslında
hayatın merkezinde daha zarif yaşama destekçilerinden biri olduğunu unutan,
dahası bu unutuşla gözünü kendi hayatından uzaklaştırıp başka hayatların
pencerelerine diken, bununla da kalmayıp gördüklerini teşhir etmeyi iş edinen
biriyle karşılaştım. Pek tabii eleştirmek bana düşmez- sahiden benim hayatımı
yarım yamalak biçimde onlarca kişinin karşısında teşhir eden birini eleştirmek
DE mi düşmüyor bana? Bence tam da burada konuşma hakkı doğuyor. Doğmalı. Yoksa
bu yazdığım şeyin kirlenmiş bir masala benzemeyeceği aşikâr.
Devam edeyim: Bence edebiyat Orhun Abidelerinde
ne yazdığını bilmekten öte, hayatı bir çiçeğin yanından geçer gibi yaşamak adabını
tutturmak anlamına geliyor. Bütün eski dilleri, unutulan bütün dilleri
bilmenin edebiyatla bir ilişkisi var evet, ama edebiyat tam olarak bu olmuyor.
Edebiyatla ilgilenmek eski yazıtları çözüp, kendi anlarını ve anılarını usta
işi beceriler gibi özetleyip başkasınınkini küçük görmekten, zehirli bir dille
eleştirmekten çok çok başka nihayetinde.
Eninde sonunda edebiyat, tadını bilmediğin
bir başka yaşantıyı anlamaya çalışmaktan geçiyor. Kavramaya çalışmaktan.
Eleştirmekten, küçük odalara kapatıp neşterlemekten, o yaşantıları acınası
görüp derin denizlerde boğmaktan geçmiyor. En eski sözcükleri biliyor olmanın
ağırlığı altında canını çıkarmaktan da geçmiyor pekâlâ.
Edebiyat bir başkasının hayalini en adi bir
ucube gibi tarif etmekten HİÇ GEÇMİYOR. Kurduğu cümleleri müstehzi bir gülüşle
ciddiye almamaktan da geçmiyor. Yolu bu değil çünkü.
Ve diyeceğim o ki, mümkünse benim
düşüncelerimden birini daha kirletilmiş sözcüklerle kurşunlamayın. Yoksa hep
üzgün, kırgın ve bir parçası eksik kalacağım. Bir masalım daha güve
deliklerinden kaçarken zamanın çarkında zedelenmek zorunda kalacak. Ben bunu
istemiyorum. Ben edebiyatın herhangi bir yerinden tutmuş herhangi birinin
zarafet sahibi olduğuna inanmayı arzu ediyorum. Bir başkasının havuzuna
dalmadan önce o havuzun adabının öğrenilmesini, o havuzun kalbinin haritasına
bakılmasını istiyorum ve o havuzun derinine gömülecek cesetlerden korkuyorum.
Bunu biraz düşünmeli kanımca. Edebiyatın, bu, başkasının hayatında nereye kadar
dolaşabileceğimiz öğüdüne kafa yormalı. Yoksa, dediğim gibi, bir parçam
hep eksik kalacak. Tıpkı sizin de eksik kalacağı gibi.
Kalp,
çünkü, bu kadar hırpalanmaya alışık olmadı HİÇBİR ZAMAN. Ne benim KALBİM ne de
sizin KALBİNİZ alışık değil buna, alışık olmamalı. Aksi takdirde nasıl akar
yaşam bir çiçeğin yanından geçer gibi? Zaman nasıl geçer birini en yakışıksız
bir biçimde eleştirirken kendine gelecek eleştirilerden korkarak? Çünkü
eleştirinin BİLE bir kalbi vardır, tıpkı enginarın olduğu gibi. Belki de Amelie
bu yüzden hep haklıdır. Bu yüzden ÇOK kibardır. Zariftir. Edebiyata kafa yormuştur belki de.