4 Eylül 2016 Pazar

2: İki

Ocak ayında kendime bir söz vermiş, kendimle ilgili sözlerimin çoğunda olduğu gibi tutmayı başaramayıp tembelliğe yenilmişim. Birdenbire aklıma geliverdi. Haftada bir buraya, hiçbir aracı olmadan (Word sayfası bile), doğrudan buraya yazacağımı ve ataletle bir tür cenge tutuşabileceğimi düşünmüşüm. Bu yazı o serinin ikincisi, aradan geçen sekiz aydan sonra.

Aradan geçen onca zamanda ne olduğunu düşündüğümde gidip döndüğüm yollar, başlayıp da bir türlü bitiremediğim yarım yamalak bir roman, iki öyküsü eksik bir dosya gözüme batıyor. Gerisi içime dokunmuyor da telefonumdan eksilen isimler yüreğimi sızlatıyor en çok. Sonra her şeye boş verip kendimi eve kapatıyorum. Kitapları, filmleri, dizileri, içli şarkıları yanıma katıyorum. Uzun bir yürüyüş yapıyorum. Kendimi didikliyorum, kendi içimi ve ruhumu. Sonuçta içimin acı haritasına ulaşmayı ve kendimi acılarımdan sevmeyi bir türlü başaramıyorum. Her seferinde bir şeyler eksik kalıyor. O boşluğu ne yaparsam yapayım dolduramıyorum, ben acı atlasıma koştukça o benden uzaklaşıyor sanki. Bunu fark ettiğimde unuttuğum diğer gerçekleri de hatırlıyorum: Dönüp dolaşıp buraya yazıyorum.

"Bakalım bu kez başarabilecek miyim?" diyorum. Bu sefer kaç ay sonra yazacağım bu serinin üçüncü yazısını? Bugünle o gün arasında nelerle karşılaşacağım, kaç isim daha eksilecek telefon rehberimden? Ya da hafızamdan? Geçmişimden?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder