Biyografi okumayı değil de,
seyretmeyi daha çok sevdiğim bir tür. Hem nasıl sevdiğim.
Biyografik romanlar, anlatılar, denemeler,
şunlar bunlar her adımımı zorlayan bir metne dönüşür eğer gerçekten iyi
yazılmamışsa. Ustalıkla inşa edilmemişse. Ya da kalibresi güzel tutturulmuş son
derece ilgi çekici bir kişinin anıları değilse söz konusu olan.
Başrolde
Filiz Akın, daha önce bir yayınevi tarafından yayımlanmış. Pek tabii ve
sanırım, benim okumayı pek sevmediğim bir dönemde.(Herkes ilk adımdan bu yana
okumayı seviyor değil, bazıları çok sonradan tutkunu oluyor bu “eylemin”.)
Neyse ki geçtiğimiz günlerde Altın Bilek
Yayınları, yeniden yayımladı da haberim oldu. Haberim oldu demeyelim de,
okuma şansım oldu. Hem de genişletilmiş, eklemeler yapılmış hâliyle.
Yeşilçam filmleriyle büyüdüğümü birçok yerde,
birçok kez söylemişimdir. Hatta birçok sahnesini zihnimde yeniden oynatıp
durduğumu da söylemişimdir. Söylerim böyle şeyler.
Başrolde
Filiz Akın, bu açıdan çok zamandır uzak kaldığım Yeşilçam’la aramda örülmüş
o ağı, danteli, örgüyü anımsattı bana. Hemen şunu itiraf etmeliyim ama: Sevgili
Pınar Çekirge gibi bir Filiz Akın hayranı, tutkunu değilim.(Hayranı olunan bir
kişiyi paylaşma açısından, yazar için hoş bir durum olabileceğini düşünüyorum
bu tutkun olmamanın.) Benim soluğunu takip ettiğim yonca yaprağı Türkan Şoray.
Belki biraz da Fatma Girik, ama o çok az. Hülya Koçyiğit ise yalnızca denk
geldiğim filmleriyle usumda yer edinen bir kimse.
Dönelim kitaba.
Aslında Yeşilçam’a.
Kitabı, kendimi epey kendime kapattığım bir
dönemde, 1-2 günde okudum. Orada burada.
Pınar Çekirge, anlatıda Filiz Akın’ı nefes
üflediği karakterlerle geçişli anlatıyor. Nasıl geçişli? Sinema ekranında
görünen bütün o kadınların, belki biraz, Filiz Akın’ın ruhunda yaşamaya devam
ettiğini hissettirerek. Bu yüzden Başrolde
Filiz Akın, Filiz Akın üstüne kurulu yazılardan oluşan bir biyografik kitap
olmaya çalışırken, bir yandan da sinema ekranından geçip giden onca kadının
aslında oyuncunun hayatına halen, bir şekilde dâhil olmaya devam ettiğinin da
altının fena halde çiziyor.
Kitap filmler ekseninde ilerliyor.
Filmler, Filiz Akın’ın hayatına yön veriyor-
belki de Filiz Akın’ın o filmlere yön vermesinden de öte!
Bu pencereden bakıldığında çok daha karmaşık
şeyler düşündürdü bana Başrolde Filiz Akın. Bir oyuncunun, sinema insanının
hayatında yol alıyordu belki. Bütün o başka hayatların bilgisiyle.
Her neyse.
Yeşilçam işte. Kalp kırıklıklarının daha
vicdani yaşandığı o büyülü hayatların zaman. Âşık olma halinin en iyi, en
temiz, en insanı, en en en anlatıldığı, bir başka yere götüremeyeceğini bile
bile içimizden bir yerlerden bir şeyleri kopardığı zamanın güzelliği.
Böyle bir yazı planlamamıştım aslında. Bütün
cümlelerin ve paragrafların biraz eksik kaldığının farkındayım. Ama şunu
düşünüyorum bu aşamada: Çoktandır uzak kaldığım ve yetim bıraktığım sevgilim, Yeşilçam,
bir kitabın bambaşka boyutunda karşımda çıktı ya, artık bırakmam eskisi gibi.
Savurmam bu tutkuyu.
Hem dedim ya, Yeşilçam, tutkunu olduğum bir
kemiğim. Öylece bırakıp gidemeyeceğim. Söküp atamayacağım.
Ayrıca bir de iz var, takip etmem gereken.
Neşet Ertaş’ın türküsünden yola çıkarak
atmosferi yaratılan o filmi bulmalıyım belki de. Neredesin Sen? olabilir mi
adı? Kimdi oradaki kadın? Bambaşka bir hayatı yaşayıp sevdiğinin kendisini
sevip sevmediğini öğrenmeye çalışan o kadın? Yoksa Filiz Akın mı?
Ama ben Türkan Şoray’ı takip etmez miydim?
En çok da, en çok da kitaptan uyarlama
olduğu halde bambaşka bir senaryoya sahip Fosforlu Cevriye değil mi sevdiğim?
Yoksa kafam da, tıpkı bu yazı gibi bir sürü
açık uçlu düşüncenin hâkimiyeti altına mı girdi?
Ah!
Bir daha: Ah!
Gözlerinden
bellidir Cevriyem
O en sevdiğim filmin, en sevdiğim sahnelerinden biri.