“Galiba kırdığımız kalplerin
toplamından daha fazla hasar alıyoruz başkalarından,” diyorum elimdeki viski bardağından
kocaman bir yudum alarak.
“Böyle çıkarımlar yapmak seni
üzmüyor mu?” diyor.
“Hayır, aksine beni rahatlatıyor.
Ciğerime doldurduğum nefesi dışarı verip yeniden soluk alabilmeme olanak
sağlıyor.”
Gülüyor. Gülüşü öyle yakışıyor ki
yüzüne. Bilhassa sol yanağındaki, Ortadoğu’da bulunduğu dönemde patlamış bir
bombanın kalan izine. O izi bir kez daha öpmek, ıslak bir öpüşü orada sonsuza kadar bırakmak
istiyorum.
Elindeki boş bardağı gösterip “İster
misin sen de?” diyor.
Bardakta kalan viskiyi bir anda
içip, boş bardağı ona veriyorum. İçeri giriyor, bardaklara önce birer parça buz
ve ardından viski koyuyor. Dışarı, yanıma geliyor ve tahta banka otuyor.
Karşıdaki ormana, boş araziye bakıyoruz. Elime tutuşturduğu viski bardağını
onunkine tokuşturuyorum, karşılıklı birer yudum alıyoruz.
“Kırgınsın ama kime? Neden kırgınsın?”
diyor endişeli bir bakışla. Tanıştığımız ilk günden bu yana ona kırgınlıklarımı,
başka başka yöntemlerle ve sözcük dizilimleriyle anlattığımın ayırdığına
varıyorum birden. Aynı derdin, aynı kırgınlığın etrafında dönüyor ve her
keresinde başka bir sonuca varıyorum. Varıyormuşum.
“Kırgınlık, ruhun
iyileştiremediği bir yara. Bitmeyecek bir can yangını. Senden neden ilk andan
bu yana hoşlanıyorum, biliyor musun? Seninle aramızdaki duygusal çekim, ahenk değil
mesele. Ruhundaki yaralar, sanki benimkilere denk düşüyor ve merhem oluyor. Senin
acını görüyorum ve senin de benim acımı gördüğünü hissediyorum,” diyorum.
Bakışlarını yere çeviriyor. Ben,
aksine kendimden ve bizden daha da uzaklara çeviriyorum kendi bakışlarımı ilkin. Ardından iki elimle sımsıkı
tuttuğum viski bardağını şöyle bir sallıyor, içindeki buzların oynayışını izlemek
için bakışlarımı bardağa çeviriyorum.
“Benim de hissettiğim bu. Biliyor
musun, dinmeyen bir kalp ağrım var. Yürek ağrım. Belki de bu yüzden Ortadoğu’ya
gittim. Yürek ağrımın orada bir yerde, birileri veya bir şeyler tarafından durdurulacağına
inandım. Oysa nasıl da yanılmışım! Yürekteki ağrının dinmesi için fiziksel yara
alman yetmiyormuş, dönüp geriye bakmana yardımcı olacak biri gerekiyormuş. Bir
yardımcı, şifacı. Sen gibi.”
Öyle üzüyor ki bu söyledikleri. Onun
bütün cümlelerini, sözcüklerini, harflerini açtığın derin bir çukura gömerek
üstünü örtmek istiyorum. Yaşanmamış, konuşulmamış gibi olmasını diliyorum. Bu,
her zaman düştüğüm derin bir yanılgı değil mi? Hayatı, bir ip gibi makaraya
sarıp başa alamıyorsun. Üst üste devrilen saniyeleri, döküldükleri gibi geri
toplayamıyorsun. Aynı ip, aynı makaraya yalnızca bir kez sarılabiliyor.
“Şifacı, kendi şifasını da
verebilir sanıyoruz ama öyle değil,” diyorum bir cümle kurabilmiş olmak için.
Ne kadar kusurlu da olsa konuşabildiğimi, onun bu açıklamasının benim susuşumun
işaret fişeği olmadığını kanıtlamak için. “Ama şunu bilmeni isterim: Bu zamana
kadar tanıştığım hiç kimse, bana senin kadar iyi gelmedi. Gelmeyecek de.”
Bir yudum daha viski içip, uzanıyorum ve onun
yüzündeki o uzun, o yarı derin izi öpüyorum. Sonra sol elini sağ elimle tutup,
avuç içini görebileceğim bir hizaya getiriyorum. Viski bardağını solumdaki
masanın üstüne bırakıp, sol elimle onun avucundaki izleri takip ediyorum. Tenindeki
izlerden geleceğine yönelik tahminler yürütüp keder bulaşan yüzlerimizi gülümsetebilmeyi
umuyorum. Onun neşesini, iki elimle yakalayıp sol elinden bütün vücuduna yüklemek
istiyorum.
“Şu izi görüyor musun? O iz,
yollarımızın bir daha karşılaşmama ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu işaret
ediyor fakat konuştuklarımız, sabaha kadar susmayışımız, son damlasına kadar
içtiğimiz şişelerce viski, kaybettiğim bir iddia sonucunda arka bahçendeki
çimleri çim biçme makinesiyle kesmeye çalışıp beceremeyişim, birbirimize iyi gelişimiz
ikimiz tarafından da unutulmayacak. Belki bazı detayları eksik veya
değiştirilmiş olarak hatırlayacağız. Ama en nihayetinde, birbirimizi
unutmayacağız. Çünkü birbirimize hissettirdiğimiz onca güzel duygu var. Onlar
anıları hayatımıza düğümleyecek.”
Hakikaten gülümsüyor. O
gülümsediğinde ben de gülümsüyorum.
“O düğümü hiçbir zaman çözmeye
çalışmayalım, olur mu?” diyor çocukça bir heyecanla. “Ve nereye gidersen git,
ben nereye gidersem gideyim, kiminle tanışırsam tanışayım veya hayatımı
paylaşırsam paylaşayım şunu unutma: Bu zamana kadar, ülkeme yaralarla geri
döndüğümden bu yana, sadece sen her buluşmamızda yara izlerimi öptün. Bu bile
başlı başına seni benim hayatımda unutulmaz kılmaya yeter.”
Esneyip uzamış bir zaman boyunca
susup, birbirimize bakıyoruz. Söylediklerinin sahiciliğini gözlerinden
okuyorum. Onu hem okuyor, hem duyuyor, hem hissediyor hem de ruhumun bir
köşesiyle biliyorum.
“Senin yaptığın çıkarımlar,
benimkilerden her zaman iyi olmuştur zaten!” deyip kahkaha atıyorum, havadaki ağırlığı iyice dağıtmak amacıyla. Bıraktığım
bardağı alıp onunkine tokuşturuyor, kocaman bir yudum alıyorum.