Tam tamına bir hafta.
Kocaman günler. Saatler.
Hiçbir şey yapmama, tek kelime yazmama, tek
satır okumama ya da en kısa bir filmi dahi izlememe hissi içindeyim. Duygusu
içinde.
Açık söyleyeyim: Bu yazı başından itibaren
sevemedim zaten.
Bir kolu, bir bacağı dişlenip kullanılamaz
hale getirildikten sonra- kolsuz, bacaksız plastik bebekler gibi. Eksik ya da
fazlasıyla inanılmaz, o yaşa göre. İnanmak istenilmeyen.
Bu yaz, aynen böyle, inanmak istemediğim bir
mevsim. Bir dönem.
Bütünüyle kendimi ayırabildiğim haftaların
olmadığı bir zaman parçası. Önceden programlanmış, fazlasıyla ağırlaşmış- bir
yük!
Birkaç gün önce bir sınava girdim.
Kazanamadığım ilk sınav. Ama mühim değil. Kazanmanın da, kazanamamanın da son
derece önemli olduğuna inanırım. İkisinin de gizli başka sebepler
barındırdığına.
Sözünü etmek istediğim şu: Sınav günü bir
ölüm haberi aldım.
Tamamen sınavdan bağımsız.
Uzundur ya da şöyle diyeyim birkaç senedir
ölüm üzerine epey sık düşünüyorum. Herkes gibi, bir anlam yaratmaya çalışıyorum
ölümün varlığı üzerine. Ya da son derece sıradan teoriler oluşturuyorum. Ve çoğu
zaman, hepsini unutmayı tercih ediyorum.
Unutmak iyi geliyor çünkü.
Ölümü de unutmak iyi geliyor.
Unutmaktan kastım, günlerce süren işkence
nöbetleri sonrası sindirmek değil. Bir anda. Kendiliğinden unutma. Zorlamadan.
Ruhunu zımparalamadan. Acıtmadan.
Bir haftadır sadece soluk alıyorum. Öylece
ruh gibi dolaşıyorum. Hayır, sınavla ilintisi yok, ondan günler önce başladı bu
durum. Sadece, hiçbir şey yapmıyorum. Evet. Birkaç gündür de, çocukluğundan
beri evinin hemen karşısındaki evin balkonunda görmeye alıştığın birinin
ölümünün ne demek olduğunu düşünüyorum. Bu yaz ne çok ölüm haberi aldığımı.
Ölenlerin hiçbirini bu kadar yakından “tanımadığımı”.
Günler. Saatler. Yıllar.
Geçiyor bir şekilde.
Sonunda insana, sevse de sevmese de görmeye alıştığı
birinin ölümü kalıyor. Televizyondan gördüğü, karşısında gördüğü. Bir şekilde
gözüne değmiş bir resim. Görmediklerin değil de, gördüklerin bir şekilde
dokunuyor içine. Ama nihayetinde, sindiriliyor da.
Şaşırmasam da, görmesem de, bilmesem de-
sindiriliyor bir şekilde.
Düğün ve cenaze. Ne de olsa yan yana.
Bu yüzden belki de, cenazeleri sevmiyorum.
Yas tutmuyorum.
Sabır dilemiyorum.
İçime atıp, kenara çekiliyorum.
Herkes bir şekilde iyi dileklerini,
taziyelerini sunuyor, varlıklarını ifade ediyor zaten. Bir fazlaya gerek var
mı? İnanmıyorum!
Böyle işte.
Bir haftanın resmini üç güne çiziyorum.
Belki de tutarsız cümleler kuruyorum.
Ama.
Zaten ölüme ilişkin ne kadar büyük cümle
kurarsak kuralım, karşımızda hep daha büyük bir cümle olmuyor mu? Ölümün
kurduğu bir tümce.
Kısası, ölüm bitmiyor.
En azından.
Keşke, yaz bitse.
Belki ölüm de bir şekilde durur, yaz
bitince.